"Ebû Hanîfe derin fıkıh bilgisinin yanı sıra, inandığını ve doğru bildiğini söylemekten ve onun mücadelesini vermekten çekinmeyen güçlü bir ideal ve cesarete de sahipti.
Gerek Emevîler gerekse Abbâsîler devrinde halife ve valilerin yaptığı zulümlere açıkça karşı çıkmış, onların yanlış ve haksız tutumlarını tasvip etmiş olmamak ve halk nazarında onlara meşruiyet kazandırmamak için halifelerden gelen hediyelerin, yapılan görev tekliflerinin hiçbirini kabul etmemiş, işkenceye ve hapse katlanmayı tercih etmiştir.”
Diyanet’in İslam Ansiklopedisi, Sünni fıkhının büyük hocası İmam-ı Azam’ı böyle tanıtıyor.
Demek İmam-ı Azam, Doğrucu Davut’tu. Emevi, Abbasi halifelerine yanlışlarını açıktan, dosdoğru söyledi. Haksızlıklarına fetva vermedi. Ansiklopedi’ye göre halkı da karşı çıkmaya çağırdı, zindana atıldı, ölümüne işkence gördü.
Fıkıh hocası Prof. Hayrettin Karaman ise siyasi yarar gözetmeyip “Doğrucu Davutluk etmek caiz değildir” fetvasında ısrar ediyor.
Gemi çürümüş ama bunu söylemeyecekmişiz!
Çürümenin sorumlularını uyaracağına, uyaranları sorumlu tutup yıkıcılıkla suçluyor.
Camia, evdeki bulgurdan olmamak için haksızlığı idare edecek, kötü yönetimi sineye çekecekmiş. Maslahat ve hikmet, böyle gerektirirmiş.
Kurtlanmış bile olsa eldeki bulgurla yetinip işlerine bakacaklar yani.
Yanlış yapmak ‘düşman’a koz, iktidara zarar vermiyor da o yanlışları eleştirmek veriyormuş.
Dünyevi iktidar mücadelesini din mücadelesi, siyasi rakibi din düşmanı, muhalefeti zulüm ordusu ve seçimi din savaşı gibi görmek, göstermek caiz demek.
Yeni Şafak’ta, “Torpil Konusu” başlıklı ( 15 Ağustos 2021) yazısında demişti ki:
“Kul hakkı yiyenleri, devleti/kamuyu zarara sokanları namaz, oruç, hac… kurtaramaz.”
Eski propaganda fetvasını kaldırdı diye sevinçle, şöyle karşılamıştım:
“İktidarın haksızlıklarına, kamuyu zarara sokmalarına değil de bunları dile getirenlere kızan kardeşim, köpürmeden kulağını aç da dinle, bak Hayrettin Hoca ne diyor!”
Sonra Ahmet Taşgetiren, WhatsApp gruplarında yayılan bir mesajını isim vermeden paylaştı. Ve ‘kendisi kurtlu bulgur yer miydi’ diye sordu.
Çünkü Karaman, “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmayın” diyordu.
Ardından Taha Akyol, ismini (Elif Çakır’dan) vererek eskiden nasıl düşündüğünü, kitabına bir göndermeyle Hoca’ya hatırlattı.
Şimdiki görüşü “Her şartta bugünkü iktidar desteklenmeliydi çünkü bizim iktidarımız”dı!
Oysa “Karaman fıkıh profesörü”ydü ve “müstebit hükümdarların baskıları yüzünden fıkıhta kamu hukukunun gelişmediğini yazmıştı”.
Ben de “Dünyaya adalet bize bulgur mu” başlığıyla ‘meğer eski fetvasını kaldırmamış’ notu düştüm.
“Hoca, şu tarz uyarılarını kah Yeni Şafak kah WhatsApp gruplarından sürdürüyor” diye düzelttim, fikri değişmemişti.
“İktidara zarar, muhalefete koz verecekse haksızlık ve yanlışlardan şikayetle doğruları söylemek caizdir diyemem” tarzı görüşleri ilk kez de duyulmuyordu.
Fakat bilinmiyormuş, iddiaymış gibi tantana kopmasın mı!
“Dedi mi, demedi mi” tartışması başladı.
Sanki mart ve haziran 2019 yerel seçimlerinden önceki üç yazısını okumamıştı kimse.
Oysa arşivde duruyorlardı. Kaç yazımda başlık, tarih vererek aynı minvalde özetleyip eleştirmiştim. Yeni değildi.
Şu satırlardan çıkarmıştım:
“Beka Meselesi”, 14 Mart 2019:
“Ahlakçılar da 17 ve 25 Aralık arifesinden beri yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, adaletsizlik ve liyakatsızlıktan yoğun bir şekilde söz ediyorlar (Sanki bunlar daha önce yok idi!).
...bunlar ahlakı istismar ediyorlar. Ortada fol yok, yumurta yok, işleri güçleri olanı abartarak ve ikna edici bir alternatif de sunmadan mevcudu yıkmaya uğraşmaktan ibaret.”
“Doğrucu Davud Olmak”, 13 Haziran 2019:
“...asıl maksadım, yalnızca doğruyu söylemenin yetmediği ve her zaman caiz olmadığı...
...düşmanın, zalimin, kötü niyetli kimselerin işine yarayacak doğruyu söylemek fazilet değildir...
...zulmü engellemek için...
...şahsın yalan söylemesi, mazlumun yerini söylememesi farzdır ve bu gibi durumlarda Doğrucu Davutluk etmek caiz değildir.”
“Kötüyü Ayıklamak”, 14 Haziran 2019:
“...ahlak, liyakat, adalet, hakkaniyet bakımından arızalar, eksikler, çürüklükler oluyor, iyi niyetli bazı insanlar da...Doğrucu Davutluk adına olur olmaz zamanlarda biraz da abartarak ve genelleme yaparak şikayetlerini yayıyorlar.
Dostlar, ‘Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak’ akla ve hikmete uymaz.
Savaş sırasında âdî suçluların cezası infaz edilmez ve biz zalimlerle savaş halindeyiz.
Doğrucu Davutluk adına düşmana fırsat vermek ve bindiğimiz dalı kesmek de makul ve meşrudur diyemem!”
Neyse ki Hoca, savunucularından daha mert.
Bir cevap döşendi.
Ama “yaklaşım, görüş ve yazıları”na gururla sahip çıktı. ‘Benim değil’ deyip ret, inkar ve yalanlama yoluna gitmedi.
İşte bu da dediklerinin arkasında durarak görüşlerini tekrar ettiği yazı.
“Dedim dedi”, 26 Eylül 2021:
“Benim, Sayın Erdoğan ve kadrosunun iktidarı hakkındaki yaklaşım, görüş ve yazılarımı eleştiren bazı kimseler ile son günlerde WhatsApp’ta yaptığım yazışmalardan bir karşılıklı konuşma tertip ettim.
-Daha fazlasının peşinde koşarken elde edilmiş kazanımları kaybetme hesapsızlığından sakınılmalı.
-Yolsuzluklar!...
Bu eksikler, aksaklıklar, suiistimaller, nefse mağlup olmalar, mal-kadın- mevki imtihanını kaybetmeler, vazifeye... yoksul başlayıp haram-helâl demeden zengin olmalar… yirmi yıldan beri değil, bin yıldan fazladır var!
-Eski zamanlarda bunları dile getirenlerin dillerini kesiyorlardı, şimdi hiç değilse yalnızca uçlanma yolu tıkanabiliyor.
-Önünüze kurtlu bulgur koysalar pirinci aramaktan vazgeçip bunu yer miydiniz?
Yemeyince açlıktan öleceksem daha temizini buluncaya kadar yerdim. Hayatta kalınca da temizlemek için elimden geleni yapardım. Yaparken de iyi olanı da görür ‘Bu iyi’, kötü olanı da görür ‘Bu kötü’ derdim. Bunu derken de uygun üslup, zaman ve mekânı seçerdim.”
Ne anlayalım şimdi bundan?
Yolsuzluklar, haksızlıklar eskiden de vardı. Zulümle savaş da dünya durdukça bitmeyecek. E muhalefet de din düşmanlığı, eleştiri ve şikayet de zulüm sayılınca...
Demek ki yanlışa yanlış demeye hiç sıra, yolsuzluk gibi “adi suçlar”ı yargılamaya hiç uygun zaman gelmeyecek. İmam-ı Azam hata etmiş.
Öyleyse “çürük gemi” ve “kurtlu bulgur”la yetinmeye devam, şikayetçiler de dillerinin kesilmediğine şükretsin.
Öyle mi!