Yasak aşk dilemmasını, en iyi Kerkük Divanı ortaya koyar. Bütün zalimliğiyle ve bir cümlede.
Şöyle:
“Öpsem öldürürler, öpmesem ölem”.
Ağzınızdan dökülecek ilk tepkiyle de devam eder türkü:
“Bu nasıl zulüm işti...”
Buna sakal, bıyık açmazı da diyebiliriz. Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal durumu.
Tükürme ikileminde, çok sıkışırsanız sakala da, bıyığa da minnet etmeyebilirsiniz. Olmadı tükürmeyiverir, yutkunur geçersiniz.
İki ucu pis bir değneğin hiçbir ucundan tutmamayı seçmek gibi...
Ama yasak aşkta öpmek ya da öpmemek dışında, üçüncü bir seçenek yoktur. Kaderinize, iki yoldan birinden yürürsünüz.
Ve öpmemek; içine ateş atmak, kanı içe akıtmak, içten içe tutuşup yanmak demektir.
Ölümden ölüm beğenmeye mahkum aşığı, kor ateşlerde bırakıp valilere dönersek...
Onlar da başka bir ikilemle karşı karşıya.
Ya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın genel çağrısını emir telakki edip CHP lideri Bay Kemal’e suç duyurusunda bulunmaya koşacaklar...
Ya da böyle yaparak Bay Kemal’i haklı çıkarmış, ‘militan’ eleştirisini doğrulamış olmamak için emre uymayacaklar...
Cumhurbaşkanı, ‘militan’ sözünü hakaret saydı. Ve bu nitelemeyi hak eden etmeyen savcısından valisine, askerinden polisine bütün devlet memurlarını üstlerine alınmaya çağırdı.
Ama alınırlarsa bir dert, alınmazlarsa başka bir dert.
Sözlükte ‘militan’ın bir numaralı anlamı olarak, “Bir görüşün başarı kazanması için savaşan, mücadele eden kimse” yazıyor.
Devlet memurları, ricası emir olan Cumhurbaşkanı istedi diye ‘militanlaşmama’ uyarısını hakaret sayıp savcılığa koşarlarsa...İktidardaki AK Parti liderinin isteği ve talimatıyla, rakibi ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’na kaybettirmek için çalışmış yani militanlaşmış olacaklar.
Militanlaşma uyarısını, suçlama ve hakaret olarak üstlerine alınmayıp savcılığa koşmazlarsa da emre karşı gelmiş ve itaatsizlik etmiş durumuna düşecekler.
Erdoğan’ın dili kesinlik ve emir kipi içeriyordu:
“Bizler kendi platformlarımızda, yargı kendi yetki alanında, medya kendi zemininde bu çukur zihniyetin azgınlığını dizginleyecektir. İçişleri Bakanımızın da ifade ettiği gibi bence bu ülkenin yargısı var ve kendilerine militan diye hakaret eden bu zata, bütün bu hakarete muhatap olanların dava açma zamanı gelmiştir. Herkes davasını açmalı. Bu memleket öyle sahipsiz değil. Gereği yapılmalıdır. Bunların defterini kökten dürene kadar bu mücadeleyi biz de sürdüreceğiz.”
“Gereği yapılmalıdır” genelgesinin muhatapları savcılardan askerlere, valilerden diplomat ve öğretmenlere kadar uzanıyor.
Nasıl çıkacaklar işin içinden, hadi bakalım!
AK Parti’nin başarısı için açıktan çalışan, göstere göstere particilik yapan, bir partinin işaret ve sloganlarını kullanmaktan çekinmeyen vali, müdür ve üniformalı memurların zaten adı çıkmış. Saklayacakları ne var!
‘Bir partinin başarısı için savaşan militan, partizan memur’ gibi görünmekten kaçınmaları için bir sebep yok.
Hatta bir kısım devlet görevlisi, bunu yeni bir siyasi propaganda imkanı ve kendilerini gösterme fırsatı olarak bile görebilir.
Gerisi içinse rahat kaçıracak bir durum...
“CHP de geçen yüzyıl başında ‘parti devleti’ kurmuştu, tek adam rejimi kurmuştu” argümanı, onları rahatlatır mı?
16 Nisan referandumundan önce, ta 14 Ocak 2017’de yazmıştım. Hayır, rahatlatmaz.
“Yarın öbür gün, verdikleri sınırsız yetkilerin Kılıçdaroğlu’nun eline geçme ihtimali, fanatik reisçileri bile korkutup ürkütmez mi, uykularını kaçırmaz mı” demiştim.
“Biz ne yapıyoruz, kendi elimizle kuyumuzu mu kazıyoruz” diye nasıl düşünmezlerdi?
“Ayrıca CHP dahi bugün, tek parti döneminin hem parti genel başkanı hem cumhurbaşkanı, hem il başkanı hem vali uygulamalarıyla gurur duymuyor, övünerek sahiplenmiyor, yanlışlığını inkâr etmiyor”du.
“O gün yanlıştı da, o günün yanlışlarına bugün dönmek çok mu doğru”ydu?
“80 yıldır tek adam rejiminin, parti devleti uygulamalarının kötülüklerini yerden yere vurarak yetişen bugünkü iktidar kuşaklarına, ‘onlar da yapmıştı’ diyerek anlatabilir miydiniz?”
AK Parti, kan alınacak damarı bilirdi eskiden. Artık girecek damar bulmakta zorlanıyor.
Fakat bugün cumartesi, siyasetle geçirmeyelim.
Kerkük Divanı, açmazdaki aşığın acısını bastıran bir feryatla biter. Mehmet Özbek’ten dinlemenizi tavsiye ederim:
“...Aga menem, paşa menem, beg menem/ Köyümde bu feryat nedir/Malım, mülküm, emlakim/ Hiç demedim ölüm var!”