Semiramis Pekkan’dan var mıdır dinlemeyen! Porto Rikolu Jose Feliciano’nun The Gypsy’sinden uyarlama bir 70’ler şarkısı:
“Bir aleme indim yalnız/Yerde toprak, gökte yıldız/İşte kalbin sev dediler/Bana yalan söylediler/Bana yalan söylediler/Kaderden bahsetmediler...”
Şarkı “Varsın böyle geçsin ömrüm” diye ilerliyor.
Dile kolay; yalana kanan herkes ‘varsın böyle geçsin ömrüm’ diye boyun eğemiyor kadere.
Haksızlığa gelemeyen, yalanı kabullenemeyenlerse yüzleşiyor, hesaplaşmayı seçiyor.
Uğur Işılak’ın “Öz Eleştiri”si, böyle bir hesaplaşma parçası.
Klibi martta dijital platformlara konmuş, dolarla birlikte şimdi patladı.
Gerçi Işılak, halk müziğini rock formunda da çalıp söylüyor.
Jose Feliciano biraz ‘soft rock’çıysa Işılak da Anadolu rockçı.
Altyapısında gitardan kemana, klavyeden bateriye Batı çalgıları kullanmış. Davul sesi var, atası dombra olan bağlama da başrolde ama zurnası eksik.
Şiiriyle, icrasıyla buradaki sanatına; dombradan doğan yerli ve milli rap ya da Anadolu rap demek daha uygun sanki.
İlla sınıflandırmak gerekmez. Yine de bir türle ilişkilendireceksek kökü ozanlara, aşıklara dayanan bir geleneği rap tarzında ihya ettiği fikrini sevdim. Rap niyetine dinlemek hoşuma gitti diyelim.
Ne niyetle dinleyeceğiniz zevkinize, sizin iç duyuşunuza kalmış tabii. Değişebilir.
Ancak içeriği, mesajı, hayal kırıklığıyla öfke ve isyan dolu olduğu gerçeği değişmez.
Siyaseten beklenmeyecek cesur bir çıkış, Işılak için.
O kadar şaşırttı, o kadar şaşırttı ki...Sultan Aziz’in ‘fermanlı aşıkları’ndan biri isyan bayrağı açmış gibi şaşalayanlar bile oldu.
Fermanlı aşığın içinden asi bir Dadaloğlu çıkmış, “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir” bozlakları havalandırıyormuş gibi.
Halk ozanlığında zulme karşı fermanları yırtıp atmak, kendi fermanını yazmak da var elbette.
Ama Işılak’ın muradının bu olduğunu sanmam. Muharrem Ertaş’ın tarifiyle gök kubbeye feryatlar atıyor, Davudi sesi ve tezenesiyle Avşar ellerini çığlık çığlığa inletmek istiyor değil.
Ayrıca, ‘fermanlı aşık’lık, Sultan Aziz zamanında kötü bir şey de değildi.
Sarayın yüz vermediği, köylü diye hor gördüğü, itip kaktığı halk ozanlarına, türkülerine ve sazlarına nihayet bir sultanın sahip çıkmasıydı.
Sultan Abdülaziz’in Abdülhamid gibi Batı müziğine hayranlığı yoktu. Aksine Abdülaziz, Batılılaşma devri sarayının belki de tek alaturka seven padişahıydı. Kanunu piyanoya, udu gitara, dombrayı kemana, bozlağı da aryaya tercih ederdi. Şark çalgılarına meftundu. Alafrangadan da pek hazzetmezdi.
Aşıklar, Abdülaziz döneminde bir çeşit ‘devlet sanatçısı’ ayrıcalığı ve muamelesine kavuşmuştu.
Tabii Sultan Hamid devrinde saltanatları bitti, seyyar hayata, semai kahvelerindeki köşelerine geri döndüler.
Abdülhamid’e göre davulla zurna Türk çalgısı bile değil üstelik. Alaturka makamlarsa Yunan, acem ve Araplardan araklamaydı. Sadece sazı, yerli ve milli sayıyordu.
Buna rağmen Abdülhamid, ecdat bağlamasından da keyif almazdı. Alaturkanın makamı ve diğer çalgılarıyla birlikte sazı da huzurdan kovdu. Buram buram Anadolu kokan Hüseyni türkülerle Uşşak şarkıları sarayına yaklaştırmadı.
Işılak’a dönersek...’Öz Eleştiri’si yanlış anlaşılmasın diye Twitter’dan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlılık tazeliyordu dün.
Ancak ozanlığı rapçi havalarında yaşatması, geleneğe bağlılığını da ortaya koyuyor.
Bu iki hali bir arada barındırmayı, büyük çelişki görenler olduğunu biliyorum.
Hatta edebiyat ulularımızdan Süleyman Nazif’in ilk Türkçe operaya tepkisi gibi karşılayanlar da olmuştur.
Halide Edip’in yazdığı “Kenan Çobanları” operası, ilk kez 1918’de Robert Kolej’de sahnelenir.
Nazif, izledikten sonra yanındaki arkadaşına döner ve şöyle der:
“Rum patriği teravih namazı kıldırıyor sandım.”
Yalnız Işılak’ın durumu farklı. Erdoğan’a seçim türküsü olarak yaktığı ‘Dombra’yı reddetmeden ‘Öz Eleştiri’yi yapmasını tuhaf bulsanız da taklitçi tarafı yok. İkinci parçası özgün.
Ayrıca, şu sözlerin hakkı teslim edilmez mi:
“Biraz sıkışınca dinden dem vurduk/Düzenbaz diriler düşünce gözden/Ölülerden medet umduk bu yüzden/Dünyayı verseler yine yetmiyor/İbadetler bile reklam aracı/Mülkün kölesiyiz, makamın kulu/Kaydı şirazemiz, şaşırdık yolu...”
Sazın atası dombraya iade-i itibar gibi olmamış mı? Hadi kabul edin.