Erdoğan-Trump zirvesi üzerine iki tahminimden biri tuttu.
Baş başa görüşmeye, programda yarım saat ayrılmıştı. Bir saat 15 dakika süreceğine dair gazeteden bir arkadaşla iddiaya girdim. Ve bu bahisten bir Casio Retro kazandım.
Çocukluğumun fenomen Japon saat markasıydı Casio. Ucuz ve popüler eski modellerini yeniden üretiyor. Son yıllarda tekrar moda olan o modellerden birinde gözüm vardı. Dakikası dakikasına bilerek ben ödülü hak ettim, kaybedense teselli ikramiyesi olarak tecrübe kazandı. Mahcubiyetten saklanıyor, istemediği için adını yazmıyorum.
Oysa öbür tahminimde de ben fena yanıldım.
Aslı Aydıntaşbaş bir tivitinde, senatörlere Beyaz Saray'da verilen randevunun bizim heyetin ziyaret süresiyle çakıştığını paylaşmıştı.
Belli ki Trump'ın kafasından, senatörleri Cumhurbaşkanı Erdoğan'la buluşturmak geçiyordu. Kongre'de Erdoğan karşıtı son kampanyaların başını çeken Lindsey Graham da aralarındaydı. Parlak bir fikir miydi?
Bence iyi denemeydi. Riskini almaya değerdi. Ama ateşle barutu yan yana getirmeye benziyordu. Tatsız bitebilirdi de...
Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan'a avantaj sağlayan bir yüzleşme havasında geçti.
Amerikan tarafı, Barış Planı Harekatı'nın hedefinden yine 'Kürtler' diye söz etti. Tepki ve eleştirilerini münasip dille, diplomatik adap içinde tekrarladılar.
Cumhurbaşkanı ise 'Kürtler'le 'terör örgütünün Suriye kolu YPG' arasındaki ayrımı bir daha anlatma fırsatı buldu.
Senatörlerle ya da yönetimle görüş ayrılıklarını gidermedi gerçi. Taraflarda bir kanaat değişikliğine yol açmadı bu karşılaşma. O yönde bir işaret yok.
Yine de tezlerin çatışmasından bir patlama çıkmadı, ortam elektriklenmedi, kötü senaryo yaşanmadı.
Bilakis, basın toplantısında Trump'ın ağzından espri ve ironi kılığında gazetecilerin başına patladı gerilim. Hiç umar mıydınız!
Sakındığı bütün lafları, soru soran misafir gazeteciler üzerinden sokuşturdu.
Evsahibi Başkan'ın, manalı gülücüklerle güya yumuşatarak yaptığı kaba göndermeler, yakışıksız ve alaycı imalar yenilir yutulur cinsten değildi.
İnceden yerme, aşağılama sanatındaki maharetini Sabah yazarı Hilal Kaplan üzerinden konuşturması, her şeyin önüne geçti.
Varsa yoksa...Trump nasıl 'yandaş' demeye getirdi, ne biçim 'gazeteci olduğundan emin misin, memur olmayasın' diye alaya bozdu, nasıl da anladı, rezil etti bıraktı...
Zirvenin aradaki keskin ihtilafları çözüp çözmediğini, olumlu ve verimli görüşmenin somut ne sonuçlar verdiğini, başarılı geçip geçmediğini meyveleriyle tartışacakken dikkatler başka yöne kaydı.
Şimdi, Trump'ın şov performansını tartışıyoruz. Kamuoyunu eğlendirerek oyalamayı beceriyor, daha boş meşgaleyle saptıramazdı.
Ankara'yla Washington'u karşı karşıya getiren, ilişkileri inceldiği yerden kopacak kadar geren kriz konularını unutturarak zor günü kurtardı bile. Sonrasına Allah kerim, planlanır kıvrak bir hınzırlık...
Baştaki açıklamalarında, Erdoğan'ın bütün rahatsızlık bildirimlerine rağmen Trump, bildiğini okudu. 'Konuştuğu Kürtlerin de ateşkesten memnun kaldığı' gibi laflar etti.
Sondaki basın toplantısında da pozisyonundan dönmedi. 'General Mazlum'la çalıştıklarını' söylemeye devam etti, ezberinden şaşmadı.
Cumhurbaşkanı, giderken çantasında ne götürdüğünü muhataba duyurduğu, aynı serzenişi orada da yinelediği halde...
Rusya da ABD de YPG'yi güvenli bölgeden çıkarma sözlerini tutmamıştı. Mutabakatın gereğini yerine getirmemişlerdi.
Türkiye'yi durdurdukları için YPG'den uzatılan teşekkürleri çekinmeyip kabul etmişlerdi bir de.
Yine de 'ey' ihtarını onlardan esirgeyip Avrupa'ya çekerek gitti Erdoğan.
En azından Trump, kıymetini bilip sözünü tutacak mıydı? Cıvıtarak geçiştirmese öğrenecektik ama nerede!
Akif Beki ve Yıldıray Oğur ile 'Reşitpaşa Yokuşu'nu izlemek için: