Kanal İstanbul'da rant trafiği izlenemesin diye belediyelerin kayıtlara erişim yetkisinin kısıtlandığı iddia edilmiş, Tapu idaresi yalanlamış, İmamoğlu da yalanlamayı yalanlamıştı.
Bunun üzerine ben de, "Tapulara erişim kısıtlanmadıysa bu ne" başlığıyla, dün Tapu idaresine bir çağrı yapmıştım.
"Belediyeden sisteme birlikte girmeyi denesinler, kim yalan söylüyor görelim" demiştim.
Sabah, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünden aradılar, "Halep oradaysa arşın burada" teklifimi memnuniyetle kabul ettiklerini söylediler.
İBB henüz yeni düzene geçmemiş, eski protokolle tapu bilgilerine erişmeye devam ediyormuş. Yetkileri bu aşamada hiçbir değişikliğe uğramamamış, 2017'den beri nasıl geldiyse öyle gidiyormuş.
Belediyelerin, belirlenen takvime, biri ocak diğeri haziran sonu olarak verilen son tarihlere uyma mecburiyeti de yokmuş.
Ayrıca; protokol değişikliğini onaylamamaları, uyum sağlamayı reddetmeleri halinde, kurum inisiyatifiyle tek taraflı erişim iptali gibi bir zorlamaya başvurmayı da düşünmüyorlarmış...
Dolayısıyla tatbikat teklifimi, yeni uygulamaya halihazırda geçen 30'dan fazla belediyeden herhangi birinde hayata geçirebilirmişim. Hangi belediyeyi seçtiğimi haber verirsem yardıma hazırlarmış.
İstediğim zaman gidip 'Kanal İstanbul yasağı var mı yok mu' diye, online sorgulama sistemini yerinde kendim test edebilirmişim.
Üstümde kalmasın; Tapu idaresi, şüphe çeken sistem değişikliğine teknik nedenlerle gittiklerinde, herhangi bir siyasi etki, telkin ya da baskının söz konusu olmadığında da ısrar ediyor. Bu önemli.
Bir diğer önemli ayrıntıysa zorunluluk gerekçesiyle getirmiş olsalar bile, değişiklikleri dayatmama taahhütleri.
Bu cevaplar, benim için yeterince tatminkar, sevindirici ve ikna edici. 'Bizden ne saklanıyor, yangından mal mı kaçırılıyor' tedirginliğine kapılan kamuoyunu da rahatlatacağını umuyorum.
Tartışmanın tamamen kesilmesi içinse söz sırası İBB'de. Bakalım onlar ne diyecek; iddialarını sürdürecekler mi, uyup uymamayla ilgili kendilerine tanınan takdir hakkını nasıl kullanacaklar?
Tapu idaresinin, 'ben yaptım oldu' demeden kamuoyu duyarlılığını dikkate almasını, vurdumduymazlık ve atalete savrulmadan bilgilendirmeye çalışmasını, eleştiriye açık bu şeffaf ve olgun tavrını değerli buluyorum.
Aynısını şimdi İBB'den de bekliyorum. Yerinde, bizzat tespit daveti dahil.
Yok eğer açıklamayı onlar da yeterli gördüyse, bir tereddütleri kalmadıysa ayrı; bahis o zaman kapanmıştır.
Süleymani hakkındaki yanılgılar
Devrim Muhafızları’nın, ‘gölge komutan’ lakabıyla nam salmış generali Kasım Süleymani aslında kimdi? Dünyaya yayılan şöhretini neye borçlu?
Herkesin Süleymani’si farklı. Birbirine benzemeyen bu portrelerin hepsi gerçek olabilir mi?
Kendisi de emperyal emeller güden ‘anti-emperyalist bir mücahid’i, zıt kimliklerinden hangisine göre tanır ve tanımlarsınız?
Özellikle sahiplenip sahiplenmeme arasında gidip gelenlerde, kendi şehidi gibi sahip çıkmak isteyip nasıl sahipleneceğini bilemeyenlerde ciddi bir kafa karışıklığı göze çarpıyor.
Tepkilere bakıldığında; mollaların ‘keskin kılıncı’ Süleymani hayranlığından değil, Rus ve Esat yanlılığı ile Amerikan ve Suud karşıtlığından sahip çıkma eğilimi ağır basıyor.
Suikastle öldürme yöntemine ve dış müdahalelere karşı durma motivasyonu da belirleyici.
Bir devletin kendini ispatlamış, ulusal kahramanlığa terfi etmiş resmi bir subayının başka bir devletçe hedef seçilmesi ve nokta atışıyla vurulması kabul edilemeyeceği için yani.
Beyanlardan anlaşıldığı üzere, Ankara’nın zirvesinde de akılları meşgul ediyor bu gerekçeler.
Sondan başlayalım...
Suikast yöntemi yol olur korkusu, haklı ve yerinde bir kaygı nedeni. Ama maktulün de bu endişeleri pek taktığı söylenemezdi. Yöntem onun da yöntemiydi, yolsa zaten benimsemiş, yol etmişti.
Dış müdahaleye gelirsek...
Başında olduğu birimin adı Kudüs Gücü olsa da, güya adından devşirdiği dini meşruiyet maskesi altında her yerde, mezhebinden olmayan Müslümanlara karşı savaşıyordu.
Misyonu, devrim ihraç etmekti. Din kardeşliği ve ümmetçilik gayretinden çok Fars hegemonyası kurma ihtirası ve koyu Şii milliyetçiliğine yaslanıyordu. İran’ın, Suriye’den Lübnan, Irak, Afganistan ve Yemen’e kadarki yayılmacı dış müdahalelerini yürütmekle görevliydi.
Batıdan bakınca ‘radikal dinciydi’, ‘baş düşman’ı güya ABD’ydi ama Taliban ve IŞİD’le mücadelede olduğu gibi, icabında ‘büyük şeytan’ ABD’yle bile ortak çalışıyor, paslaşabiliyordu.
Resmi sıfatı generaldi fakat işi, gayriresmi milis gücü ve nüfuz savaşı örgütlemekti. Efsanesi de buradaki başarılarından geliyordu.
Yani mezhep tutuculuğuna, dış müdahalere, çeteciliğe, yayılmacılığa, kirli savaş ve işgalciliğe, kaos ve kargaşa lordluğuna, terör tertipçiliğine, Amerikancılığa ve daha nelere karşı çıkmak adına Süleymani’den yana olunuyorsa...O vasıfların hepsi kendisinde de ziyadesiyle mevcuttu.
Sahiplenenler, Doğu Perinçek gibi çekinmeden ‘hepimizin şehidi’ diye sarılıp yine sahiplensin. Ancak ilkesel tutum ve gerekçelerle göğüs gere gere savunulacak gibi de değil, haberleri olsun.