Cumhuriyet gazetesinin çizeri Musa Kart, Twitter’dan şöyle isyan etmişti:
“ETS’yi 3 günlük tatil için aramamız FETÖ ile irtibat sayıldı. Aylarca hapis yattık. Anlaşılan yeterli bulunmadı. ETS patronunun Kültür ve Turizm Bakanı olduğu bir dönemde 1 yıl 16 gün daha hapis yatacağız...”
Yerden göğe haklı ama buradan şu sonuç mu çıkar: Benim ETS Tur’dan satın aldığım tatil FETÖ ile irtibatlandırılırken turun sahibi için aynı irtibat neden kurulmuyor!
Hayır, kastı elbette bu değil. ‘O niye dışarıda’ demiyor, ‘ben niye içerideyim’ diyor.
ETS bağlantısı, Mehmet Ersoy’un bakanlığına bile engel olmuyorken kendisinin yargılanmasına sebep olmasındaki tutarsızlığa eleştirisi.
Öyle ya, ETS Tur’u FETÖ’yle ilişkilendiren suçlama ispatlanamamışsa...Sorgulanması gereken, Ersoy’un neden tutuklanmadığı değildir. Doğrusu, ETS Tur’u aramış olmaktan Musa Kart’ın nasıl olup da suçlanabildiğidir. Bakanlık kısmı ise liyakat açısından tartışılabilir.
Fakat aynı mantık, turizmci Fettah Tamince için geçerli sayılmıyor.
Denmiyor ki; geçmişinde Zaman gazetesinin hissedarlığı varken Tamince’ye dokunulmuyorsa Zaman aboneliği tespit edilenlere sırf bu yüzden niye dokunuluyor?
Öyle ya, mahkemede suçlu bulunmadığı halde başı yananların da elinde beraat ve takipsizlik gibi yargı kararları var. Onlar neden aklanmış olmuyor, KHK ile ihraç edilenleri neden hala işe iade edilmiyor, kanun önünde eşitlik ve adalet bunun neresinde?
Ama yok, Tamince’ye tepki tersinden gösteriliyor.
‘KHK mağdurlarının suçu günahı ne, onlar neden süründürülüyor, ne diye vebalı muamelesi görüyorlar, hangi gerekçeyle temel hakları ellerinden alınıyor, nasıl olup da yargısız infazla kaçak gibi yaşamaya itiliyorlar, mahrumiyet ve sefalete mahkum edilmelerinin izahı ne’ denmiyor.
Tamince örneği, benzerlerinin maruz kaldığı haksızlığa, uygulamadaki çelişki ve tutarsızlıklara dikkat çekmek için kullanılmıyor.
Aksine, suimisal emsal olurmuş gibi, kötü örnekler esas alınarak üstüne gidiliyor. Onun neden aynı vebalı muamelesine tabi tutulmadığı, niye içeri atılmadığı, neden serbestçe dolaşabildiği, hayatına hiçbir şey olmamış gibi nasıl devam edebildiği sorgulanıyor.
Yani onun da hayatı diğerleri gibi karartılsın, o da mağdur edilsin, o da işine gücüne kaldığı yerden devam edemesin, o da süründürülsün, onun da şirketlerine el konsun, onun da çoluk çocuğu açlığa mahkum edilsin isteniyor.
Bu mudur peki?
Sorun; kardeşi Mehmet Dişli FETÖ cuntasının Genelkurmay’daki beyin takımında olmaktan yatarken Şaban Dişli’nin Hollanda’ya büyükelçi atanmasıymış gibi.
Oysa asıl sorun, KHK’lı yakınlarının yargıda kanıtlanmamış fişlenmelerinden bile sülalece sorumlu tutulan, mimlenip bedel ödetilen mağdurların ‘suçun şahsiliği’ ilkesinden neden yararlanamadığı değil midir?
‘Ayrıcalık tanınıyor, dokunulmazlıkları nereden geliyor, kim koruyor, niye el üstünde tutuluyorlar’ eleştirileri, ancak liyakat açısından bir anlam taşıyabilir.
Benzerlerine de aynı hakkın tanınması savunulacakken ‘onların da hakkı yensin’ anlamında söyleniyorsa işin rengi değişmez mi?
Ha, liyakat boyutuna gelirseniz...
Orasını, Ertuğrul Özkök önceki gün yazdı.
Yeni kurulan Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı’na, sektörün önde gelen vizyonerlerinden geçici atamalar yapılmış. Aralarında, Cem Kınay gibi isimlerin yanında Fettah Tamince de var. Vay, nasıl olurmuş!...
Tamince’nin kayrıldığına, devlet katında en ziyade iltifata mazhar olduğuna son delil gibi sunuluyor.
Ama liyakate uygun düşmediği için değil yine itiraz.
Özkök’e katılıyorum. Liyakat bakımından Tamince böyle bir kurula atanmayacaktı da kim atanacaktı?
“Rixos gibi artık dünya markası haline gelen bir konsepti yaratan...
Land of Legends gibi dev bir hayal projesini Antalya’ya kazandıran...
Cirque du Soleil’i kuran insanlara işbirliği yapacak kadar yaratıcılığa önem veren bir insan orada olmayacak da kim olacak... Bırakalım artık bu insan harcamacılığını ve hoyratlığını...”
Asıl meseleyi es geçtiği için eksiği var ama liyakat değerlendirmesinde var mı yanlışı?