Afganistan’da yenilen tarafla ortak olup şimdi Taliban’la kazanmış gibi zafere ortak yazılmayı bekleyenlerimiz vardı.
Taliban’ın zaferini, Taliban’dan daha büyük bir coşkuyla karşılayanlardan söz ediyorum.
“Yaşasın, ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri kaybetti, mücahit Taliban kazandı” diye sevinçle kutluyorlardı.
Sanki biz o savaşta, “ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri” dedikleri tarafta değil de Taliban’ın yanında yer almışız gibi.
Yine de dağıtılan mavi boncuklar ve kelam rüşvetleri, Taliban’ı iknaya yetmedi.
Yerimizin kaybeden tarafta olduğunu gösterdiler. Kaybeden ABD ve işbirlikçileriyle birlikte bizim de askerlerimizi çekmemizi istediler.
Nitekim, askerlerimizi Kabil Havaalanı’ndan tahliyeye başladık.
20 yıl önce Taliban’a karşı, müttefiklerimiz NATO ve ABD’ye yardım için oraya gitmiştik.
Askerlerimizin kalmasına izin verilse, sembolik anlamı açıktı.
Önceki müttefiklerimizi ‘işgalci ve emperyalist’ diye kötüleyip kazanan tarafa geçme arzumuz, kabul görmüş olacaktı.
Taliban’ın, Türkiye’den sivil destek talep ederken askeri dayanışmaya kapı açmaması ise tersini gösteriyor. Hangi tarafta olduğumuzu unutmak ve zaferlerine bizi de ortak etmek niyetinde değiller.
Mesajı anlamayıp Taliban’ın zaferini hala bizim zaferimiz zannedenler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dünkü söylem değişikliğine baksın.
Taliban’ın eski Taliban olmadığına peşin onay vermek, tatlı sözlerine hemen ‘olumlu’ yaklaşmak, dünyayı şans verip fırsat tanımaya çağırmak, hatta tanınmasına kefil ve önayak olma vaadi gibi erken, ileri çıkışlar işe yaramadı.
Sonradan mahcup etme riski ve sorumluluğu barındıran sözler, yerini Cumhurbaşkanı’nın ağzından şu gerçekçiliğe bıraktı:
“Taliban liderlerinden gelen mesajlara şimdilik ihtiyatlı bir iyimserlikle yaklaşıyoruz. Afganistan’da önümüzdeki sürecin nasıl şekilleneceğini Taliban’ın sözleri değil icraatları, eylemleri ve atacağı adımlar belirleyecektir.”
Doğrusu budur.
Tuttuğumuz, desteklediğimiz tarafın kaybettiğini ve bunu kazanan tarafın da bildiğini unutmanın faydası yok.
Yaranmak için ne yaparsak yapalım, birlikte kazandığımızı düşünmeyecek Taliban.
Israrla, zorlayarak vaatkar ve heveskar görünmenin de faydası yok.
Sonuç ortada. Kabil Havaalanı’nda rol üstlenme istekliliğimizi önce ABD, sonra da Taliban’a takdir ettirdiğimizle kaldık.
Keşke IMF koşullu verseydi
Konu, IMF’nin ayırdığı salgın desteğinden payımıza düşen 6,3 milyar dolar.
Bakanlığın dediği şu:
ABD ve Almanya dahil herkes alıyor, bu hakkımız, kesinlikle bir anlaşma imzalamış veya bir program ilişkisine girmiş değiliz.
E peki bu telaş ne? Hem niye saklanıyor, gizleniyordu ki?
IMF’den payımıza düşen çekme hakkını kullanacağımız, işlemleri başlattığımız baştan söylenseydi ya millete!
IMF kapısında görünmek, iktidarın fiyakasını mı bozardı?
Ayrıca keşke koşulsuz vermeselerdi. Bir anlaşmayla, bir program karşılığı verselerdi.
Ekonomide IMF reçetesi uygularken fakirleşmemiş zenginleşmişiz. Kişi başına milli gelirimiz şahlanmış.
Hükümetin IMF şartlarına uyma mecburiyeti bittiğindeyse gelirimiz baş aşağı düşüşe geçmiş.
2005’te, son borcu alırken kişi başı gelir 5 bin dolardı. 2013’te IMF’ye son borç taksidi ödenirkense 12 bin 500 dolara çıkmış.
IMF reçetesinden kurtulduğumuz 2013’ten beri düzenli olarak geri gidiyoruz. 2005 seviyelerine kadar dayandık.
Sıkı IMF disiplininden ayrıldıktan sonra büyümemiş, küçülüp çakılmışız. Yok mu alakası?
IMF’nin ihale düzenlemeleri, yolsuzluk, yoksulluk ve işsizlikle mücadele için koştuğu şartlarla bir ilgisi yok mu?
Ve siyasiler bunun için sevmiyor olabilir mi IMF koşullarını?