Düğmeye basıldı, radyo ve müzik daireleri lağvedilecek gibi deli söylentiler dahi dolaşıyor ortalıkta.
Kıdemli sanatçılar baskıyla, avantajlı paket teklifleriyle, fırsat kampanyası teşvikleriyle, yani havuç ve sopa gösterilerek emekli ediliyor. Ya da emekliye ayrılmaya yönlendiriliyor.
Her halükarda deniyor ki, iyileştirilmiş şartlarda cazip emekliliğe özendirmeyi aşan bir zorlama var.
Büyük tasfiye başladı. Tek tük direnenlerin de ikna odalarında sunulan seçeneklerle, sonrasında olacaklara dair kulaklarına kar suyu kaçırılarak direncinin kırıldığı söyleniyor.
Operasyon tamamlanmak üzere...
Çalkantının TRT’yle sınırlı kalmayacağı, yakında Kültür Bakanlığı’na bağlı diğer sanat kurumlarına da sıçrayacağı konuşuluyor.
Sorsanız, hallaç pamuğu gibi üstündeki ataleti atıyor devlet.
Ve fakat, bu yenileşme hamlesi, yıllardır beklenen kültür devriminin ayak seslerine benziyor mu, hayır.
Zorla emekliye sevk edilenler, TRT’nin yetişmiş usta sanatçıları. Yeni alınanlarsa yerlerini koruyor, bir önce işe giren kuşağa da dokunulmuyor.
Dalgadan etkilenmeyenlerin memuriyet kadrosu sağlam kalıyor ama belirsizlik onların da kimyasını bozmuş durumda. Kurumlarının akıbetini ve kendilerini neyin beklediğini bilmiyorlar.
Aslı var mı yok mu, uydurma senaryo mu, kuruntu mudur; emekliye ayrılmayanların topluca Kültür Bakanlığı bünyesine kaydırılacağı şayiaları bile almış gidiyor başını.
Bir rivayete göre, performansa dayalı sözleşmeli personel rejimine geçilecek, memur sanatçılığa komple son verilecek. Sanat kurumları, garantili geçim kapısı olmayacak; sanatçılara çalıştığı, ürettiği kadar bakılacak.
Belki de pilot uygulama için TRT seçildi. Diğer kurumlarda da tedirgin bir bekleyiş hakim; sözleşme rejimi ne gün kapılarına dayanacak, kendilerine de sirayet edecek mi etmeyecek mi gerilimi...
Mantık olarak, aylıkçılıktan yarını garanti etmeyen yevmiye düzenine geçiş gibi bir şey. Verimliliği artırır mı, artırabilir. Ama yine hayır, kapsamlı bir kültür inkılabı beklentilerini karşılamaktan uzak.
***
Kültür sanat kurumlarının kiminin kapısına kilit vurulması, kiminin yeniden yapılandırılması ve modern bir destek-teşvik modeline geçilmesi tartışılıyordu. Çıka çıka şapkadan ‘süper emeklilik’ çıktı.
Oysa...
Bir ihtiyaç planlaması dahilinde, köklü reformlarla topyekün yenileşme sağlanacaktı...
Kurumu kapatılsa da yeniden yapılandırılsa da devletin sanat ve sanatçıyı himayesi, destek ve teşviklerle sürecekti...
Elini üstünden çekmeyecek ama işverenlikten çekilecek, patronluk yapmayacaktı devlet...
Bu da sanatçıyı memurluktan ve emir kulu muamelesi görmekten kurtaracaktı. Buna bağlı sansür skandallarını ortadan kaldıracak, sanatı ve sanatçıyı özgürleştirecekti...
Gündemdeki model uyuyor mu hiç, bu amaca hizmet edecek gibi mi?
Palyatif bir çözüm getireceği, pansuman tedavisine yarayacağı bile şüpheli.
En fenası şeffaflıktan uzak yürütülmesi. Tartışmaya açılıp eksiği yanlışı görülmeden, olgunlaştırılmadan hayata geçirilmesi bir sorun. Niyetin ne olduğu konusunda, muhataplara yaşatılan kaygı ve belirsizlik duygusunun giderilmemesi başka bir sorun...
Kamuoyunda, muhtemelen haksız olarak, partizan kadrolaşmaya yer açmak için tasfiyelere girişildiği spekülasyonlarına meydan verilmesi de cabası.
Gerek var mıydı bu kapalılığa? Açıktan, ürkütmeden korkutmadan da yönetilemez miydi?