İktidar amigolarının başlattığı, kimi muhalifleri de etkisi altına alan bir kikirdemedir gidiyor.
Neymiş, Kılıçdaroğlu şöyle demiş:
“Kahveler açık, güzel ama kağıt oynamak yasak. Vatandaş kahveye niye gitsin o zaman. Oysa önlem alabilirsiniz, dersiniz ki ‘her oyunda sıfır, yeni kağıt açacaksınız.’ Bitti, bu kadar basit...”
Vay, Cumhurbaşkanı Erdoğan BM Genel Kuruluna hitap ediyor, Merkel ve Macron’la konuşuyormuş da...Aynı gün ana muhalefet liderinin uğraştığı işlere bakmış. Keh keh keh!
O konuşmaları Kılıçdaroğlu yapacak değildi ya! Aksatmış gibi, bu ne gırgır şamata?
İktidarın hesabını muhalefetten sormayı parlak eleştiri zanneden bir aklıevvellik daha.
Tabipler Birliğini ziyaret etmiş. Etmese miydi?
Kahveci esnafını dinlemiş, sorunlarını ve çözüm önerilerini gündeme getiriyor. Getirmese miydi?
İktidar, Türkiye’nin beka mücadelesi verdiğini söylediği seçimlerde bedava çay, kek vaat etti. Yedi düvelin bize saldırdığını söylerken çoluk çoçukla çayırda yuvarlanacağı bahçeler vaat etti millete. 20-25 Millet Bahçesi, toplu açılış törenleri ve uzun nutuklarla hizmete sokuldu...
Bunlar büyük siyasetti, milletin derdiyle dertlenmekti, ciddi ustalık işiydi de...
CHP lideri, kahvehanelerin sinek avladığına dikkat çekince...Kan ağlayan esnafın talebini iletince... Bari her elde yeni desteyle kağıt oynatmalarına izin verilsin deyince mi alay konusu, kara mizah örneği, siyaset bilmezlik!
Üstelik Kılıçdaroğlu, çaylar kekler gibi iskambiller de devletten olsun demiyor.
Ticari değilmiş!...
Alışveriş sitelerine baktım, bir kağıt deste neredeyse ucuz tarifeden iki bardak çay fiyatına geliyor. Toptan alındığında çok daha aşağı inecektir.
Hem maliyetini kurtarıp kurtarmayacağını kahvecilerden daha mı iyi bileceksiniz canım, onlar istiyor! Neyi, kaça satabileceklerini size mi soracaklar?
400 binden fazla kahvehane var deniyor. Milyonlarca müdavimi etkiliyor. Lafını etmeye değmez mi!
Yumurtaya bile takacak kulp bulan, muhalefet ne dese beğenmeyip burun kıvıran savunucularından korksun iktidar. Muhalefet değil, asıl onların artık gına getirten karalayıcılığı kaybettiriyor. Bıktırdılar, çirkeflikleri illallah ettiriyor.
Ayşe Arman, 2001’de Murat Belge’yle röportaj yapmıştı. “Şahsi yazıların mucidi” başlığıyla Hürriyet’te çıktı.
Belge, hayatın süfli yanlarıyla uğraşmasını enetelektüel kişiliğine yakıştırmayan dostlarına şöyle cevap veriyordu:
“Hayat sadece makro, şanlı ve yüce şeylerle yürümez dedim, çok uğraş verdim, yazdım, çizdim...”
Bu alıntı da, üfürükten propaganda rüzgarlarına çabuk kapılan çokbilmişlerin kulağına küpe olsun.
MACRON'DAN TÜRKİYE'YE UYGUR ÇALIMI
Türkiye’ye yaptırım sopası gösterecek AB zirvesi, koronavirüs gerekçesiyle ertelenince diplomasiye bir şans daha tanındı. Bir haftalığına...
Oruç Reis’in bakım onarım için kalafata çekilmesi de diplomasiye bir fırsattı.
Aynı Oruç Reis, dün limandan alargaya çıkarıldığı gibi tekrar limana döndürüldü.
Ve hepsi, tesadüfen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şansölye Merkel ve Sayın Macron’la telefon diplomasisinden sonraya rastladı.
Macron “Türkiye mesajı aldı” mealinde Türkçe tivit atınca biz mi kazanmıştık, bir zafer miydi? Kim, kimin dediğine geldi, tatlıya bağlandı mı? Kokusu çıkar üç vakte.
Fakat bu arada iki atak yaptı Macron. İkisi de BM Genel Kuruluna uzaktan konuşmasında.
İlkinde, yediği ve karşılıksız bıraktığı hakaretlerin acısını çıkardı. “Türkiye’ye saygı duyuyor saygı bekliyoruz, hakaretlerle bir yere varılmaz” diye, diplomasi dilinden ne anladığımızı dünyaya teşhir ederek.
İkincisinde ise “Devlet slogan atmaz, gereğini yapar” ilkesini hayata geçirdi. “Dünya 5’ten Büyüktür”ün içini doldururcasına Müslüman Uygur Türklerine sahip çıktı. Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ne BM himayesinde bir gözlemci heyeti göndermeye çağırdı.
Macron, şunu da ekledi: İnsan hak ve hürriyetleri, üye devletlerin uymayı taahhüt ettiği değerlerdir. Müdahale haktır. Başkalarının iç işlerine karışmak için Batı’nın kullandığı şeylermiş gibi gösterilemez...
Sıra bizde, bakalım nasıl zekice bir karşılık verilecek?