İçişleri Bakanı Soylu'nun istifa açıklamasındaki şu cümleden işkillenmediniz mi siz de: "Yaşadığım onca tecrübe, sorumluluk kısmı üzerimizde olan bu olayda, böyle görüntülere yol açmamalıydı."
İlk başta bir hayıflanma ve özeleştiri gibi geliyor. Ama olanları hak etmediğine dair bir içerleme havası da sezmiyor musunuz?
Uğruna saçınızı süpürge ettiğiniz halde kıymetiniz bilinmemiş duygusu veriyor alttan alta.
Onca yaptıklarınızdan sonra ilk sürçmede üstünüze gelinmesine, hırpalanmanıza sitem ediyormuşsunuz gibi...
'Kendime söyleniyorum sen anla' göndermesi için kurulmuş bir cümle sanki.
Kime öyleyse bu sitem? Onu henüz bilmiyoruz.
Bakan Soylu başta, Cumhurbaşkanı'nın talimatları ve Sağlık Bakanlığı değerlendirmesiyle sokağa çıkma yasağını yönettiklerini duyurmuştu. İstifasında ise uygulama sorumluluğunu ve son iki saatteki izdiham skandalını tek başına üstlendi.
Kim Soylu'ya 'gözünün üstünde kaş var' demiş ve istifaya sürükleyen bu alınganlığına yol açmış olabilir?
Spekülasyona açık olmayan tek şey, bu alınganlığın Cumhurbaşkanlığınca telafi edildiğidir.
Fahrettin Altun, istifasının Cumhurbaşkanınca kabul edilmediğini açıklamaya tam da buradan başladı. Soylu'nun göreve geldiğinden beri terörle ve afetle mücadelede gösterdiği yararlılıkları tek tek sayarak...
İstediği takdir sözlerini duymuş olmalı. Mesajının alındığı, hakkının teslim edilip haksızlığın giderildiği duygusu tatmin olmuştur sanırım.
Fakat ortalığı birkaç saatliğine ırgat pazarına döndüren istifasının gizemi sürüyor hala. Soylu'yu, birden parlayacak kadar kim, nasıl kötü hissettirdi?
Hadi canım, tabii ki sebep o iki saatlik kargaşa değil. Kafaya takar mıydı hiç bu kadar!
'Bir sürçen atın başı kesilmez' deyimi, bir yönetici ilkesidir. Ama Bakan Soylu, milletini ve Cumhurbaşkanı'nı üzdüğü için ikidir kendine kıymaya yelteniyor, bu ilk de değil.
Takdir-i ilahiye bakın ki her seferinde de güçlenerek çıkıyor istifa girişimlerinden.
Hele bu ikincisinde, siyasi etki ve nüfuzunun sınırlarını test etmiş, güç gösterisi yapmış kadar oldu. Ve bir vazgeçilmezlik ödülüyle de taçlandırdı zaferini.
Taraftarlarını, sosyal medyada ve sokakta mobilize etme kapasitesini de ölçtü bu arada. Bağlılık ve fedakarlık dereceleriyle...
İstifadan dönüşünde taraftarlarının oynadığı rolü, Cumhurbaşkanı'nın iradesiyle birlikte ve hatta önce andığına göre sonuçtan da hayli memnun:
"Milletimiz ve Cumhurbaşkanımızın tutumu beni mahcup etmiştir...Bu iki irade tarafından (hatamı) onarma hakkı verilmesi, sorumluluğumuzu arttırmıştır."
Rize'de, Soylu için intihara kalkan görüldü. Siyaseten gözden çıkarılması kolay mı? Şapka çıkarılır!
Vakıf üniversitelerinde OHAL rejimi perçinleniyor
15 Temmuz darbe girişiminden sonraydı. FETÖ’yle zamana karşı mücadele adına, KHK ile YÖK Kanunu’na bir yetki eklendi: Vakıf üniversitelerine yargı kararı beklenmeden el koyma, o vakfa da kayyum atama yetkisi.
FETÖ’ye karşı kullanılmak üzere alınan bu OHAL yetkisi, Davutoğlu’nun ayrı parti kurma sürecinde öncülerinden olduğu Şehir Üniversitesi’ne karşı kullanılmıştı.
Şimdi bir adım daha ileri gidiliyor, garantör üniversiteye devredilen Şehir’i resmen kapatma hazırlığı yapılıyormuş. AK Parti tarafından Meclis’e sunulan bir yasa düzenlemesiyle...
Tekrar ediyorum. Gerekçesi, FETÖ’yle amansız mücadele ihtiyacı olan güya geçici bir OHAL imkanı, siyaseten kullanılmak ve kalıcılaştırılmakla kalmıyor.
4 yıl sonra, istenen vakıf üniversitesini kapatmaya yarayacak şekilde kanunlaştırılıp Meclis’ten de geçiriliyor.
Şehir’e el konup vakfı BİSAV’a kayyum atandığında, kötüye kullanılacak bir yol açılıyor diye iktidara en yakın STK’lar bile ayağa kalkmıştı.
‘Hiçbir STK hukuk güvencesinde kalmaz, hepimizi korumasız bırakıp tehlikeye atar’ korkusu yaşatmıştı.
İşte o STK’ların baberi olsun, turpun büyüğü arkadan geliyor.