TİP'li Can Atalay hapisteyken aday olabildi, yasal engel yoktu. Hatay'dan seçildi, oy verilmesinde de sakınca görülmedi.
Ama tahliye edilip Meclis'e gönderilmedi. Hem de Anayasa Mahkemesi, iki kere ihlâl kararı verdiği halde.
CHP'li Enis Berberoğlu ile HDP'li Leyla Güven ve Ömer Faruk Gergerlioğlu örneklerinde olmayan bir şey oldu. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, AYM kararını tanımadı.
Anayasa'da açıkça AYM'nin dediği olur, yazıyor. Yargıtay, yine de dediğine uyulmamasına ve Can Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesine karar verdi. Karar da Meclis'te okutuldu.
Bir taşla kuş katliâmı gibi. Ne Anayasa bırakıldı çiğnenmedik ne de milli irade. Hepsi lâfta artık.
Tepki sadece iktidara değil. Muhalefete de kızılıyor; geriye konuşulacak bir şey kalmadı, ne duruyorlar hâlâ Meclis'te diye.
Sine-i millete dönme çağrıları yapılıyor.
Konuşulacak bir şey kalmadığı, doğru.
Devletin dini, adâletti. Eğer bir devlette adâlet yoksa kim tarafından, hangi sistemle yönetildiğinin, vatandaşlarının hangi inanç veya milliyetten olduğunun bir önemi kalmazdı. Orada sadece zulüm, hüküm sürerdi. Zulümle de abâd olunmazdı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan söylüyordu bunları. Bir kere de 2021 Adli Yılı ve Yargıtay Hizmet Binası Açılışında söylemişti.
Muhalefete de onun için kızılıyor.
Madem ki öyle... Adâlet yoksa kim tarafından, hangi sistemle yönetildiğimizin de bir önemi yok...
Ve girmek serbest ama kazanmak yasaksa zaten seçim, sandık hikâye...
Öyleyse hukuk, demokrasi gerçekten işliyormuş gibi göstermenin, bu tiyatroyu oynamanın âlemi ne!
Yersiz, haksız bir çıkarım değil elbette. Protesto, derseniz sonuna kadar hak.
Fakat muhalefet, Meclis'ten çekilip sine-i millete dönse bile günün sonunda yine milletin hakemliğine başvurulacak. Yine sandığa, seçime gidilecek.
Seçimi de boykot etmeyecekse milletin çoğunluğunu ikna ile yanına çekmekten başka seçeneği ne muhalefetin?
Haklıyken haksız duruma düşmeden anlatmalı. Ucu bize dokunmayan hukuksuzluğun hepimize ödettiği bedeli, ülkeyi nasıl fakirleştirdiğini anlatmalı. Var mı başka yol!
---------
AKŞENER'İN SAVUNDUĞU AFİŞLER
Dün yazdım. Adını, Cumhurbaşkanı Erdoğan koymuştu: Engellendik edebiyatı.
Erdoğan'ın gündemindeki 'engellendik edebiyatı', iktidara yönelik olandı. Muhalefet belediyelerinin şikâyet ettiği engellenmeydi.
İYİ Parti lideri Akşener ise 'engellendik' şikâyetinin yönünü, muhalefete çevirdi. İmamoğlu tarafından engellendikleri iddiasında.
Şöyle dedi:
"Birileri istiyor ki, billboardsuz seçim kampanyası yapalım. Bu engeli çıkaran, iktidar değil ana muhalefet. Bizi sansürlemek isteyen, saray değil belediye. Bizi engellemeye çalışan, saray değil Saraçhane."
Meğer olay şuymuş. Düne kadar iktidarın, Akşener ve İYİ Parti'yi de hedef alarak muhalefete yönelttiği terör suçlamaları vardı. Akşener ve İYİ Parti, şimdi kendilerini dışarıda tutarak aynı suçlamaları muhalefetin gerisine yöneltiyormuş.
Anladığım kadarıyla afişlerin ikisi, teröre alan açma ve eş başkanlık gibi göndermeler içeriyor. Ve ne hikmetse sadece İstanbul'da asılmak istenmiş. Yani hedef, İmamoğlu ve CHP.
Mağduru oldukları ve karşı çıktıkları ayrıştırıcı, düşmanlaştırıcı dili kendilerinin de savunup kullanması mı asıl sorun? Yoksa nefreti körükleyen seçim afişlerini, ilgili şirketin reddetmesi mi? Siz karar verin.