Aşk bile amasız, fakatsız, lakinsiz talep edilmeye gelmez. Hep bir aması, fakatı, lakini vardır. Nerede kaldı siyasi destek amasız, fakatsız, lakinsiz istenebilecek!
İnanmazsanız arabesk şarkılara sorun. Orhan Gencebay demiyor mu "Hatasız kul olmaz, hatamla sev beni" diye.
İtirafla karışık bu ricada gizli bir fakat saklıdır: "Benim de hatalarım var, kusursuz değilim ama, fakat, lakin hatamla sev beni".
Kaldı ki aşkın kitabında, en azından şarkılarında, şiirlerinde , destanlarında karşılıksız sevdalanmak da yazar.
Teoman gibi de sevebilir insan; "Deli diyorlar bana, desinler değişemem" baş koymasıyla.
Sadece 'ne derler' değildir aldırmadığın. Yeri gelir, sevdiğinin ne deyip ne demediği de durdurmaz seni, sevmeyi bırakmazsın:
"Sevgi anlaşmak değildir nedensiz de sevilir, bazen küçük bir an için ömür bile verilir" der, usanmazsın sevmekten.
Barış Manço'ya bakarsanız, aşk fedaisinin gözü hatta kördür, padişahı dahi görmez. Çünkü "Gönül ferman dinlemiyor..."
Fakat yine de şartı şurtu vardır gönlün. En gözü kara gönül macerası bile şartsız şurtsuz yaşanmaz.
Kimi sever ama aldatılmaya gelmez. Kimi taparcasına tutkundur fakat sevgisinin kendisine silah olarak çevrilmesine isyan eder. Kimi çok kapılmıştır, fena yanıktır lakin yavuklusunun safdilliğiyle oynamasına kırılır.
Söyleyin, 'aptal aşık' yerine konmaya kim katlanır?
Amasız, fakatsız, lakinsiz sevilmeyi ummak; körü körüne biat istemekten, yanlışlarına da güzelleme beklemekten, karşı tarafı enayiliğe razı etmekten farksız.
Amasız hayat eski filmlerde, Yeşilçam melodramlarında olur. Yeni sinema bile artık insanın karmaşıklığını o basit ikiliğe indirgemiyor. Olayları yüzde yüz siyahla yüzde yüz beyaz, kusursuz meleklerle katışıksız şeytanlar arasında geçirmiyor.
Siyahla beyazın karıştığı, iyilikle kötülüğün iç içe geçtiği, iyide kötülük ve kötüde iyilik bulunan bir Araf alacalığında, amalarla fakatların diyarında cereyan eder tüm muharebelerimiz.
Terörle mücadelede herkes iktidarın yanında durmalı, ne şüphe!
Ancak niye amasız, fakatsız, lakinsiz, sorgusuz sualsiz, kayıtsız şartsız olsun bu destek ve dayanışma?
Mücadele yöntemini eleştirmek, iktidarları sorgulamak lafa gelince hak ama uygulamada niye devlete karşı terörün yanında yer almak sayılsın?
Fakat şehit cenazelerinin ve toplumsal öfkenin muhalefete karşı kullanılması, istismar etmek olmaz mı?
Ama siyaseten faydalanmak için şehit cenazelerinin arkasında hep birlikte saf tutturmamak, ortak acıda bile toplumu siyaseten ayrıştırmak doğru mu?
Lakin sanki ülkede muhalefet partileri olduğu ve iktidarı son seçimde yendikleri için şehit vermişiz gibi rakip tarafı suçlu gösterip cenazelere sokturmamak mücadeleye zarar vermez mi?
Adı batsın, terör örgütüne bin lanet, kahrolsun PKK fakat Gara şehitleri sağ kurtarılamaz mıydı? Ama operasyon niye başarılı olamadı, bu öngörülemeyecek bir sonuç ve alınacak bir risk miydi? Lakin sorumluluğu kimse üstlenmeyecek mi? Ancak hata kabullenilmeyecek mi? Çünkü başarılı olsa kahramanlığı yine böyle paylaşılacak, siyasi iradeye mal edilmeden ayrımsız herkes ortak edilecek miydi?
Aşk gibi siyasetin de fıtratında paylaşmamak var, damarlarında kıskançlık kol gezer.
Ama bu sorumluluğu ortadan kaldırmaz, sorumsuzluğu haklılaştıran bir gerekçe olamaz.
Ve sınır tanımadığında, kontrolden çıktığında vardığı cinnetleri yalnızca şiirlerde, şarkılarda anlayışla karşılarız.
Gönlüne soran bunu bilir. Kendinden bilmeyen, bu basit gerçeği aynı aşk şarkılarından, şiirlerinden, destanlarından bilir.
"Hatırla sevgili" dediğimde hemen bir yerlerden kulağınıza şu sözlerin çalındığını hatırlayacaksınız:
"Beni mecnun ettin, sen de olasın/aşkımı inkar edersen Allah'tan bulasın."
Mecnun'dan fazla aşıklık kabiliyeti olan bile gücendirmeye gelmez. Gazabından Allah korusun, kıyamadığının üstüne bir anda azap yağdırmayı diler.
Gücenmiş kul feryadının neye benzediğini, beddua külliyatından örneklerle anlatmaya gerek yok herhalde.
Kazak Abdal'ın "eşeği saldım çayıra" taşlaması, o ilenmelerin yanında gül suyuyla yıkanmış gibi masum kalır.
"Gördüğü düşü hayra yoranın da" diye başlar, "Münkir münafığın soyu/yaktı harap etti köyü/ölüsüne bir tas suyu dökenin de"ye doğru uzar. Hızını alamayıp ta "Derince kazın kuyusun/inim inim inilesin/kefenin diken iğnesin/ dikenin de" sövgüsüne dek gider.
Pek güzel okur, Kıraç'tan gelsin.