Enflasyonu düşürmeyi başardıkları yıllarda AK Partili bakanlar, hep şunu söylerdi:
“Enflasyon, halkın cebinden çalınan paradır.”
Enflasyon, halkın parası için neyse seçim barajı da halkın oyu için işte odur.
Biri milli paradan, diğeri milli iradeden götürür.
Sandıklara sahip çıkmanın önemi malum. Amaç, oy hırsızlığını önlemek.
Hiçbir parti, kendisine atılan oyların başka partiye yazılmasını istemez. Sahte oylarla seçimi kaybetmeyi de.
Hiçbir seçmen de verdiği oyun başka partiye kaydırılmasına rıza göstermez.
Ama bu illa sandıkta yapılmıyor ki, başında durup sahip çıkarak önlensin.
Seçim sistemiyle oynayarak yapıldığında, sandık görevlileri neye yarar?
Enflasyon benzetmesiyle söylersek; “seçim barajı, halkın sandıktan çalınan oyudur.”
Baraja takılan oylar, başka bir partiye sandalye kazandırıyor. Milli iradenin, yasal düzenlemeyle gaspından başka nedir?
Fakat meşru bir gerekçeye dayanıyordu: Yönetimde istikrarı sağlamak!
Yani sandıktan tek parti iktidarları çıksın, koalisyonlar çıkmasın, ülke yönetiminde istikrarsızlığa yol açılmasın diye baraja katlanılıyordu.
Temsilde adaletten fedakarlık edilmesinin amacı, istikrarı korumaktı.
Baraja takılan en yüksek oy oranı, 2002 seçimlerinde görüldü. Yalnızca iki partinin barajı aşması, Meclis’te temsil edilmeyen oy oranını da rekora taşıdı. İlk kez geçerli oyların yüzde 46’sı, meclis dışında kaldı. Ve 550 sandalye, AK Parti’yle CHP arasında taksim edildi.
Halbuki artık Cumhurbaşkanlığı sistemindeyiz, sandıkta kişi hükümeti seçiliyor.
Tek parti bile değil, tek kişi iktidarını garanti etmek için getirilen bir sistemde, seçim barajı hala ne arıyor, nasıl savunulabiliyor?
Hani siyasi istikrarın seçimde bozulma ihtimali de koalisyonlar da bu sistemle artık imkansızlaşmıştı!
Yeni hükümet modelinin bir numaralı vaadi, yönetimde istikrarı güvenceye alması değil miydi! İktidar sözcüleri, her fırsatta bunu hatırlatıp durmuyor mu!
Yönetimde istikrara etkisi sıfır. Yine de seçim barajını sıfırlamıyorlar. Onun yerine, yüzde 10’dan yüzde 7’e düşürecekler.
Seçim barajı, hangi gerekçeyle hala meşrulaştırılacak! Siyaset mühendisliğinden başka ne dayanağı var!
Bir de “artık oy”ları dağıtwma formülünü değiştiriyorlar. Verildikleri partiden milletvekili çıkarmaya yetmeyen oyları, kendi lehlerine bölüştürecek, aslan payını kendileri alacak şekilde...
Millet İttifakının artık oyları, kendi içinde paylaştırılmayacak. Cumhur İttifakındaki partilere de gidecek biçimde dizayn ediliyor.
Temsilde adaleti tam sağlamanın önünde bir engel bırakılmadı. Sandığa atılan her oyun, Meclis’e eksiksiz yansıtılmasının önünde bir engel yok.
Yine de geçerli oyların tamamı, hala milli irade doğrultusunda Meclis’e yansımayacak.
Nedeni, Cumhur İttifakının siyasi çıkar hesabından başka neyle açıklanabilir!
ÖYLE DEZENFORMASYONA BÖYLE MÜCADELE
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, “Hakikat Sonrası Çağda Dezenformasyonla Mücadele” paneli düzenledi.
Umut verici bir çaba daha...
Dezenformasyonla mücadeleye ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu, İletişim Başkanı Fahrettin Altun şöyle açıkladı:
“2018 yılında Oxford Üniversitesi tarafından 37 ülkede yapılan araştırmaya göre, dezenformasyon ve yanıltıcı haber konularında Türkiye %49 ile en çok maruz kalan ülke.”
Ama Oxford söylemeden de anlaşılmayacak gibi değil.
Savaşmak dışında yapmadığı yaptırım bırakmayan AB’yle ABD’nin, Rusya’ya karşı çok konuşup hiçbir şey yapmamakla suçlandığı, hem de yaptırımlara karşı çıkan var mı başka ülke?
Ya da “Lozan Antlaşması 2023’te bitince petrol ve bor madenlerimizi çıkarıp şahlanışa geçeceğimize” seçmeni inandırılmış parti, başka hangi demokraside bulunuyor?
Yahut kanaat önderi, “Milli Eğitim’imizin Atatürk ve İnönü tarafından yüzyıllığına ABD’ye devredildiğini, 2023’te AK Parti kazanınca geri alacağımız”ı söyleyen propagandaya, başka nerede rastlanıyor?
Veyahut ABD Merkez Bankasının 5 aileye ait olduğu zannı, başka hangi ülkede yetkili ağızlarca yayılabiliyor?
Dezenformasyonla mücadeleye en şiddetle bizde ihtiyaç duyulduğu açık, İletişim Başkanlığı çok haklı.