Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, şehitleri için bu kez Türkiye'ye başsağlığı diledi. Dilememezlik yapmadı.
Rus Savunma Bakanlığı, 'biz değil rejim jetleri vurdu' dedi. Öğrenir öğrenmez durdurmaya çalışmış, ellerinden geleni yapmışlar hatta.
'Kim vurdu' sorusu, bu kez belirsiz bırakılmıyor. Ankara da ilk andan itibaren 'katil' i 'Esad rejimi' olarak adlandırdı.
Rusların, İdlib'de uğradığımız hava saldırılarını üstlendiği de olmuştu. Önceki gibi ne inkar ne kabul ettikleri, bir taziye bile dilemedikleri de.
Her seferinde Rusları dışarıda tutmaya, Moskova'ya mal etmemeye dikkat etti Ankara.
Ama bir şey değişmedi. Ruslar, uğradığı saldırılardan Türkiye'yi sorumlu tutmaya devam ediyor. 'Vurdu ama haklıydı' diyerek rejime hak verdiklerini saklamıyorlar.
'Olmaman gereken yerde bulunursan vurulursun' ithamını tekrarlamaktan da çekinmiyorlar.
Türkiye, ateşkese rejimin uymadığını, bölgedeki unsurlarının kendini savunduğunu söylüyordu.
Ama Moskova'ya göre ateşkesi bozan rejim değil Türk tarafı. Terörist saldırılarına silah desteği vermekle, Astana ve Soçi anlaşmalarını ihlal etmekle, sözlerini tutmamakla, rejime meşru müdafaadan başka yol bırakmamakla suçluyorlar Türkiye'yi.
Lavrov da Savunma Bakanlığı da üzüntülerini paylaşırken suçu Türkiye'ye atmaktan geri durmuyor.
YAPAY 'BABİL KULESİ' NUMARASI
Bir süredir aynı dili konuşmuyor Rusya'yla Türkiye. Anlaşmalardan aynı şeyi anlamadıkları gibi.
Astana ve Soçi müzakereleri, Babil Kulesi karmaşasına, dil anlaşmazlığına hapsolmuş süsü veriliyor. Sağır taklidiyle, görünüşte tabii.
Kara gün geliyordu yani, adım adım yaklaştığı tırmandırılan gerilimden belliydi.
Türkiye'yle tansiyon artıyor gerekçesiyle, bize karşı askeri yığınak kapsamında boğazımızdan ağır silahlı iki savaş gemisi bile geçirdiler.
Suriye'de çözüm ortaklığından iki ordunun karşı karşıya geldiği bir savaşın eşiğine böyle sürüklendi güya 'dostane' ilişkiler.
Gündüzünde, TSK unsurlarının yerden havaya füze sistemleriyle Rus jetlerini hedef aldığı iddiasını TV'lerinden yaydılar. Akşama hazırlıkmış. Ankara yalanladığında çok geçti.
Ruslar, rejimin TSK'ya ait bir İHA'yı sınırı geçerken düşürdüğünü açıkladıkları sırada, Savunma Bakanı Hulusi Akar İHA ve SİHA'larımızın Suriye hava sahasını kullanabilmesi için Ruslarla görüşmelerin sürdüğünü bildiriyordu.
Böyle bir saldırı beklemiyordu demek ki Ankara. Rusların bunu göze almayacağı düşünülüyor olmalıydı.
Bakan Akar dün de vurulan askerlerimizin konumunun Ruslarla koordine edildiğini yüzlerine çarptı.
Fakat TSK unsurlarının nerede, ne yaptıklarını bilmiyormuş, iletişim kazası olmuş gibi yapmasınlar mı hala!
Kremlin, dünkü Erdoğan-Putin görüşmesinde, irtibatı koparmadan aradaki askeri koordinasyonu sürdürme kararı alındığını duyurmasın mı bir de!
Esad rejimine söz geçiremediklerine, laf dinletemediklerine, onay ve bilgileri dışında, kendilerine rağmen kalleş saldırının gerçekleştiğine inanılmasını istemesinler mi!
Bu kaçıncı oysa. Her seferinde aynı kahreden mazeret. 'Aklımızla alay mı ediyorsunuz?' demeyip de inanalım mı?
BATI MI RUSYA MI GÜVENİLİR?
Ruslar kulaklarını açsın da Türkiye'yi, uyarılara aldırmayıp kendilerine güvendiğine bin pişman ettikleri için sevinen AB, NATO ve ABD'den yükselen sesleri duysun.
'Dememiş miydik, işte haklı çıktık, kimin daha güvenilir dost olduğunu şimdi gördünüz mü, Rusya'nın ipiyle kuyuya niye inilmez anladınız mı, öbür yüzlerini sonunda gösterdiler' diye hatırlatma fırsatı geçti ellerine.
Giden güven geri gelmez, kimse kimseyi kandırmasın. Türkiye'nin bağrında açtıkları bu yaranın telafisi yok, unutulmaz.
ABD'yi Suriye'de geriletmeye, sınır boylarımızdan çekilmeye Türkiye zorladı. Rusya'ya yaradı.
Trump'ın, "Esad'dan YPG'den bize ne, alın başınıza çalın, sizin olsun, ne haliniz varsa görün, benim savaşım değil, işte sizi baş başa bırakıyorum" tafralarıyla boşalttığı alanı Ruslar doldurdu.
Ankara'yı, Batı'daki mızmız dostlarına muhtaç bırakmamak üzere S-400 satmak gibi teşvik ve destekleriyle NATO'dan, AB'den uzaklaşmaya Rusya ayarttı ve kışkırttı.
Yakınlaşma ve askeri işbirliği vaatleriyleTürkiye'yi izole edip yalnızlaştırdı önce. Baş başa kalınca da yaptığı bu, tırnaklarını çıkardı.
Sıkıştırdığı Ankara'yı, nazlarını çekme pahasına tekrar eski müttefiklerinin kapısını çalmaya itti. NATO'yu dayanışmaya, AB ve ABD'yi yardıma çağırıyoruz yine.
Moskova, Batı'yla ilişkilerimizi bir daha canlandırılamayacak şekilde zehirlediğini düşünüyorsa yanılıyor. Geri döndürülemez değil.
AB'YE MÜLTECİ TEHDİDİ HATA
Gerçi Ankara, can yanmasıyla kapıları açıp mülteci baskısı kurma hamlesi yaptı. AB'yi, Ruslara karşı yanında Suriye savaşına sokmaya göç akını tehdidiyle zorlamak doğru mu?
Dışişleri, mülteci politikamızın değişmediğini ilan ederek söylemi düzeltti. Ama akın da başladı. Ters tepmeden, durumu daha da kötüleştirmeden dönüleceğini umuyorum.
Batı'yla kriz aşılır ama Rusya'yla güven bunalımının aşılabileceğini, bir daha eski hale döndürülebileceğini sanmak safdillik olur.
Oyuna getirilmişlik, aldatılmışlık duygusuyla zehirlendi bir kere Avrasya ittifakı hayalleri.
İkili ilişkiler ağır hasar aldı. Timsah gözyaşları da, yanlış anlaşılma gibi göstermek de, suni 'Babil Kulesi' sendromu da kurtarmaz artık.
MUHALEFET Mİ DIŞ GÜÇLER Mİ?
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun Meclis'te kapalı oturum çağrısı haklı. İYİ Parti Başkanı Meral Akşener de istemişti. Acilen toplanmalı.
Rusya'yla, NATO'yla, ABD'yle paylaşılabilen bilgileri Meclis muhalefetiyle paylaşmanın ne sakıncası olabilir?
Kılıçdaroğlu'yla diğer muhalefet liderleri, Hans'la George'tan daha mı güvenilmez?
Dış güçlere karş muhalefetin destek ve dayanışması, iktidarın elini, dış güçlerden istenen destek ve dayanışmadan çok daha fazla güçlendirmez mi?
Meclis toplanmakla kalmayıp Cumhurbaşkanı da ayrımsız bütün muhalefeti bir liderler zirvesine çağırsa fena mı?
Birlik, beraberlik fotoğrafı vermenin tam sırası. S-400'lerden çok daha caydırıcı bir güç gösterisi olmaz mı?