Emine Bulut cinayeti haklı bir infial uyandırınca RTÜK bir kez daha hedefe oturdu. Ama bu sefer milletin ne izleyeceğine müdahale ettiği için değil. Aksine, TV dizilerinde erkek şiddetinin ha babam pompalanmasına müdahale etmediği için...
Tepkileri, kendisi de RTÜK üyesi seçilen ama denetim yetkilerinin sınırlarını eleştirmekten de geri durmayan Faruk Bildirici'nin şu Twitter mesajı özetliyor:
"Ekranlar şiddet görüntülerinden geçilmiyor ama göreve başladığımdan beri geçen 40 gün içinde şiddet ile ilgili bir konu RTÜK gündemine getirilmedi. Üst Kurul, ağırlıklı olarak kamu ve zorunlu spotlar ile cinsel güç artırıcı vb ürün reklamıyla halkı aldatan kanallar ile meşgul..."
Geldik mi yine, RTÜK ne izleyeceğimizi denetlesin mi, denetlemesin mi tartışmasına...
Dizilerdeki şiddet teşhirinden yakınanlar ve kamu otoritesini tedbir almaya çağıranlar çoğunlukta.
Demek ki RTÜK'ün denetleme ve yaptırım yetkisinde değil sorun. Bu yetkiyi kötüye kullanmasında. Reyting çılgınlıklarına doğru ve yerinde müdahaleleri, istenen bir şey. Bu bir...
Ekranda izlediklerinden etkilenerek psikopat veya katil olunabileceği, şiddet görüntülerinin bu yüzden denetlenmesi ve filtrelenmesi gerektiği üzerinde geniş bir uzlaşma mevcut demek ki. Bu da etti mi size iki!
Esasen aynı mutabakat, mesela çocuk istismarını teşvik ettiği düşünülen kitapla ilgili de ortaya çıkmıştı. Ayrıntılı tasvirlerin istismarı normalleştirdiği ve özendirdiği gerekçesiyle tepki gösterilmişti. Hatta eleştirmekle yetinilmeyip kitabın yasaklanması ve toplatılması için bastırılmıştı. Cumhurbaşkanlığı, Kültür Bakanlığı, savcılık ve polise şikayet ve ihbarlarla kitap toplatılmış, yazarı da tutuklatılmıştı.
'Kitap okuyarak sapık ve istismarcı mı olunur, hem paranla kitapçıdan alıyorsun, kimseye zorla okutmuyorlar, isteyen okur isteyen okumaz' görüşü, yüz bulmamıştı o zaman. 'Pedofilliğe özendirmenin sanatsal özgürlüğü mü olur, olmaz olsun böyle edebiyat' kanaati, destek ve taraftar bulmakta zorlanmamıştı.
Benzer bir mutabakat, şimdi film ve dizilerdeki kadına şiddet sahnelerine karşı da oluşuyor.
'Şiddet ekrandan geçen bir şey mi ki kanıksatarak ve olağanlaştırarak moda salgını gibi yaygınlaştırılabilsin, dizide maganda canilikleri gördü diye sevdiği kadını döver ya da öldürür mü kimse, sinemada paranla bilet alıp izliyorsun, evde kumandayla kendin açıyorsun, zorla izletmiyorlar, rahatsız ediyorsa bağnazlığın lüzumu yok, izlemezsin olur biter' denmiyor.
Eleştirmekle, gözünü reyting hırsı bürüyen yayın politikaları üzerinde kamuoyu baskısı kurmakla kalmayıp direkt yasaklanması dahi isteniyor. Toplum sağlığını ticari çıkarların eline, serbest piyasa rekabetinin insafına bırakmama noktasına geldi tepkiler.
RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin de Anadolu Ajansı'na konuştu. Eylül başında, dizi ve film yapımcılarıyla konuyu masaya yatırmayı önceden planladıklarını, tepkilerin de bu ihtiyacı doğruladığını söylüyor.
Yalnız bir serzenişi var. "RTÜK'ün bir taraftan sansürcü ilan edilip diğer taraftan ceza vermemekle suçlanması"ndaki çelişkiye dikkat çekiyor.
Dahası; ceza ve yaptırımlara abanarak, yasaklamalarla sorunların çözülemeyeceği şeklindeki, genelde RTÜK'e karşı savunulan özgürlükçü duyarlılığa bu kez Başkan sahip çıkıyor. Dünya tersine dönmüş gibi...
"Şiddeti meşru gösteren, normalleştiren ve özendiren yayın içeriklerinin temizlenmesi için gereken tedbirleri almayı sürdürüyoruz" diyor Şahin. Ama bu görevi, yönlendirici diyalogla, yani sansür yerine otosansür sağlayarak başarmaktan yana.
Yol ayrımındayız, artık bir karar verelim; RTÜK neye, ne kadar karışsın ya da karışsın mı, karışmasın mı?