Türkiye'nin virüsle hayat memat savaşı, ekranlarda ve boy gösterme vitrinlerinde de olanca şiddetiyle devam ediyor.
400 bin civarı kahvehaneyle birlikte artistler kahvesiydi, meczuplar kahvesiydi, aşıklar ve ozanlar kahvesiydi, ne varsa hepsi kapatıldı.
Ama hepsi evlerine dağılmadı. Bunlardan başaranlar, medya şubelerinde faaliyetlerine ölümüne devam ediyor.
Kriz zamanları dışında hatırıma bile gelmeyen haber kanallarına bir bakayım dedim. Hay bakmaz olaydım.
Komplo artistleri, kaçıklar, ün ve para aşıktaşlarıyla Leylasız mecnunların piyasa yaptığı kahvehaneler ekranlara taşınmış. Mecburiymiş gibi her programda mutlaka araya serpiştirilen bir iki şöhretli mensupla temsil ettiriliyor olmasınlar mı!
RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin de köpürüyordu dün, 'sabrımızı taşırmayın' diye...
Cezalandırma yetkisini elde sallayarak bir nevi sopa gösterip kriz zamanlarında ekranları zapturapt altına almak istiyor RTÜK. Düzenleme ve denetleme görevi çerçevesinde, önleyici kontrol yani...
'Deli deliyi görünce değneğini saklar' prensibi uyarınca, tehdit savurarak ekranlar hizaya getirilebilir mi? Sonuç alınsa bile bu yöntem doğru mu? Pek emin değilim.
Fakat asıl ilgilendiğim kısmı, RTÜK'ü neyin rahatsız ettiği.
Başkan Şahin "Bilim dışı konuşmalar ve sahte belge paylaşımı" gibi dezenformasyonlardan şikayetçi. "Buna tahammül edemeyiz" diye ihtar çekiyor, son ikaz havasında.
Sahte belge tanzimi zaten suç oysa. RTÜK'ün tasalanmasına gerek yok. En son Sağlık Bakanlığı yazışmasını taklit eden böyle bir belge yalanlandı. Sorumlusu da sahte belge düzenlemekle halkı korku ve paniğe sevk etmekten tutuklanır.
Elbette göz açtırılmayacak ama doğrudan polisiye tedbirlere giriyor, savcıların görev alanı, RTÜK'lük bir durum yok. Onu geçiyorum.
Merak ettiğim şu...
'Biz hangi ecdadın ahfadıyız be, şanlı mazimizde yedi düvel küffarı tepelediğimiz gibi bu gavur virüsünü de haklarız evvel Allah, bize ne yapar bir uyuz imansız hınzır, her düşmanı püskürttüğümüz gibi bu salgın kuşatmasını da yararız, küresel efendileriyle birlikte söker atarız koronavirüs hançerini vatan topraklarından' tarzı naraları nasıl değerlendiriyor RTÜK?
'Büyük oyunu gördüm, asıl hedef Türkiye, amaç İslam'ın son ordusuna hükmeden ümmetin umudu iktidarımızı gözden düşürmek, el arttırıyorum, hepsi bir biz tek' şeklindeki ayran budalası sayıklamalar, bilimsel meydan okuma mı mesela? Uygun mu, uygunsuz mu görülüyor?
Bu bir...
İkincisiyse; koronavirüsün yayılma hızıyla ilgili açıklanan resmi verilerin sorgulanması, tartışmaya açılması, mesela gerçek vaka sayısı ve ölen olup olmadığının gizlendiğinin iddia edilmesi, RTÜK muhtırası kapsamında mı?
Art niyet ölçen bir cihaz henüz geliştirilemedi.
Yukarıda örnek verdiğim hamasi narayla eleştirel yaklaşımdan hangisi niyetçe masum hangisi değil, çıplak gözle ayırt edemiyoruz.
Koronavirüsle mücadele üzerinden, can telaşına düşmüş millete siyasi ve dini propaganda yapmaya kalkan fırsatçılardan geçilmediği ortada.
İktidara güveni sarsmak ve yönetme biçimini kötülemek için şayia çıkaran, uyduruk spekülasyon yayan yeminli muhalifler de var...
Halk sağlığı gibi bir konuda bile iktidarın eksiklerini örtbas etmeye, hatalarını göstertmemeye, tedbirlerde gecikilip gecikilmediğini konuşturtmamaya ayarlı kurşun askerler de...
Düşmana karşı vatan müdafaasında değiliz, iktidar muhalefet ayırmayan bir virüse karşı ölüm kalım mücadelesi veriyoruz. Bunu dahi kullanarak milleti hainler ve vatanseverler diye bölme sersemliklerine ara vermeyenler de az değil.
Ama bunların, kendini göstermekten başka gayesi olmadığı biline biline uzman sıfatıyla ekrana çıkartılan şovmenlerin reyting atışmaları kadar gerçek 'beka' mücadelemize zarar verdiğini sanmıyorum.
RTÜK ekranları temizletmeye illa bir yerden başlayacaksa, halkın kafasını bilim maskeli safsatalarla karıştıran bu artistlerden ve onlara çanak tutan ucuz reytingci kanallardan başlasın bari.
Ekran kahveleri ve baş köşe müdavimleri de bir süre havalandırılıp dinlendirilme fırsatı bulur hiç değilse. Fena mı?
Cuma ve cemaat yasağını takmayanlar!
Urfa’dan bir grup vatandaş, dün Diyanet’e başkaldırıyordu. ‘Kendi kararları, bizi bağlamaz, biz cumamızı da vakit namazlarımızı da cemaatle kılmaktan vazgeçmiyoruz’ diye...
Ali Rıza Demircan Hoca da hiç yeri ve sırası değilken konuşturulduğu Habertürk ekranından eleştiriyordu kararı. Katılmıyormuş. Müslümanların toplu ibadet edip etmemekte serbest bırakılması gerektiğini söylüyor.
Yine dün, İstanbul Yeşil Camii Kuran Kursları Vakfı Başkanı Ustaosmanoğlu’nun cenaze namazına, Diyanet’in genelgesine rağmen geniş katılım oldu. Milletvekilleri ve belediye başkanları dahil.
Bence işin ciddiyeti kavranamamış. Ama sadece tehlikenin ciddiyeti değil. Koronavirüsün yayılma tehlikesi ortadan kalkıncaya kadar cumalara ve cemaatle namazlara ara verme kararının ciddiyeti de.
Kararın sahibi kendi başına Diyanet ve dini bir yorum farklılığından ibaret, isteyen uyar isteyen uymaz, itikadınıza ve keyfinize kalmış zannediyor direnenler.
Kararı, bağlı olduğu Cumhurbaşkanlığı yerine Diyanet İşleri Başkanı’na açıklatmaktan kaynaklanan bir yanlış anlaşılma bu.
‘Hayır, abdest müminin silahıdır, her türlü virüs ve melanetten bizi korur bu manevi zırh’ inancıyla cemaate karışmakta ısrar edenler gecikmeden uyarılmalı.
Diyanet’le aralarındaki görüş ayrılığına indirgenemeyeceği, devletin kamu sağlığını korumak için aldığı zorunlu bir tedbirle inatlaştıkları, cuma ve camiyi savunmak adına virüs salgınıyla zıtlaştıkları ve sergiledikleri cemaat direnişiyle kanuna karşı geldikleri hatırlatılmalı.
Almanya’da kilise, cami ve sinagoglarda toplu ibadet nasıl hükümet kararıyla ikinci bir emre kadar iptal edildi ve Diyanet camileri de uyduysa...Bizde cemaat namazlarına geçici ara verme kararının da hükümet tarafından alındığı, uymanın hayati ve mecburi olduğu, kişisel tercihe kalmadığı, ihlal edenlerin suç işleyeceği kafalara vura vura anlatılmalı.
Başka türlü anlayacak gibi değiller.