30 Ağustos Zafer Bayramı için hutbe okutup muzaffer komutanı anmamak cemaati böldü, tepkiler dinmiyor. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Erbaş’ın istifasını istemeye kadar vardı...
Geçmişten bugüne, Atatürk’ün hutbelerde ismen anıldığı zamanlar da oldu, anılmadığı zamanlar da. Anıldığında da camiyi terk edenler oldu, son örnekte görüldüğü üzere anılmadığında da.
Dine, Diyanet’e, camiye partizanlık ilk kez giriyor, daha önce zinhar sokulmadı diyenler yanılıyor.
Dün Karar’da Mehmet Doğan hatırlattı, 1930’da Diyanet İşleri Başkanı Rifat Börekçi, Atatürk tarafından aynı zamanda CHP İl Başkanı yapıldı. Cübbesini çıkartmadan hem de.
Mehmet Doğan’ın haklı olduğu bir nokta daha var; sağlığında Atatürk’ün adı hutbelerde geçmedi. İstese geçmez miydi halbuki, bir emrine bakardı...
Ehliyle konuştum, Ahmet Hamdi Akseki’nin ‘Yeni Hutbelerim’ eseri ve diğer kaynaklar da bu bilgiyi doğruluyor. 1960’a kadarki hutbelerde Atatürk’ün zikredildiği bir örneğe rastlanmıyor, gözden kaçan istisnası olmadıysa şayet. Hutbelere ilk girişi, 1960 darbesinden sonra...
Devrin Diyanet reisi Prof. Tayyar Altıkulaç’ın hatıratı ‘Zorlukları Aşarken’de ise 12 Eylül’ün etkilerini bulabilirsiniz.
Evren Paşa, ‘altı ok’un her biri adına hutbe irat edilmesini arzu buyuruyor. Ama zamana yayarak kaytarıyor Diyanet.
Netice-i kelam...
Hutbelerde isim zikri, Emevi icadıdır. Yani saltanat düzenlerinin, siyasi diktelerini dini tebliğe banarak yedirme adeti, bu bir!
Eski Diyanet reislerinden Börekçi’nin aynı zamanda CHP il başkanı sıfatıyla particilik yapması, bugüne örnek olamaz. Hem Türkiye, o Türkiye değil. Hem de yanlış örnek emsal alınmayacağı için. Etti mi iki!
Prof. Mehmet Görmez’in, döneminde şu ilkeyi ısrarla savunmadaki haklılığı, artık iktidarca da anlaşılmıştır umarım: Hutbeler, siyaseten kullanabilmek için yurttaşlık bilgisi dersine çevrilmemeli. Cemaate, yurttaşlar değil müminler topluluğu olarak hitap edilmeli...
Ve vaaz ve hutbeler dini, Allah’ı, kitabı anlatmakla sınırlanmayıp Kurtuluş Savaşı’ndan da bahsedecekse, bir komutanı yokmuş gibi davranmamalı. Davranılırsa hakkaniyetle de, insaf ve vicdanla da, Milli Mücadele kahramanlarımıza vefa ve tarihe sadakatle de bağdaşmaz, bu da size üç olsun!
O partiliyle bu partilinin bir ve beraber namaza durduğu camilere, safları ayrıştıran partizanlık fitnesi baştan sokulmayacaktı. Sokulurken sonunu düşünecekti Diyanet reisliği, başka ne bekliyordu ki!
Geçen Kasım’da Samsun Ayvacık Merkez Camii imamı, vaaz kürsüsünü yerel seçimde adaylık ilanı platformuna dönüştürürken müdahale edilecekti mesela.
Benzer vakalarda, cuma cemaatine oy toplama propagandası yapılırken göz yumulmayacak, kürsüden seçim kampanyaları yürütülmesine izin verilmeyecekti.
İpin ucu kaçtı, cemaatin sabrı taştı, camide siyasi faaliyet aymazlığı ona karşı protesto eylemlerini de içeri buyur etmeye başladı; hadi toparlayın şimdi toparlayabilirsiniz.
Popülist şovlara, siyasi gösterilere podyum olmaktan koruyacaktınız camiyi, o kapıyı hiç aralatmayacaktınız...
Mabede parti çığırtkanı soktunuz mu, soluğu nerede alacağınızı kestiremezsiniz bugünkü gibi.
Dini vaazla siyasi propaganda, ayetle slogan, cazgırla vaiz, taraftarla cemaat, imamla propagandist, ibadetle miting, camiyle parti birbirine karıştırılmaya görsün...
Müslüman Kardeşler’in Tunus kolu Nahda partisi bile buna son verdi, camiyle partiyi ayırdı.
Biz hala particilikle karşı karşıya getirilen cemaatin nasıl bölünüp dağıldığını tartışıyoruz. Beğendi mi şimdi Diyanet yaptığını!