Uçan kuşa yerini, haddini bildiren iktidar, kendine gelince artık lafını bilmek zorunda dahi hissetmiyor.
Yok böyle bir rahatlık, yok böyle bir salmışlık.
"Salgın, sel, deprem Allah'tan geldi; kader, takdir böyleymiş, iktidar ne yapsın" rahatlığı bu.
Ekonomide lafını tartmadan konuşmalar mı!
"E enflasyon, pahalılık, yoksullaşma da hep dış güçlerden. Durmuyor din düşmanları; şahlanmamızı çekemeyenler, milletimize saldırıyor. Kuru ekmekle soğana talim pahasına, iktidar direnmesin de ne yapsın" salmışlığı o da.
Asrın yıkımı, asrın depremi olduğundan mı yaşandı; değil.
Asrın seli, eşi benzeri görülmemiş yüzyılın yağmuru yağdı da ondan mı; yine değil.
Asrın rahatlığı da öyle; mazeretlerin sağlamlığından değil aslında, inanacakların az olmayacağına duyulan haklı güvenden. Denenmiş, tecrübeyle sabit.
Mazeret ne kadar gerçekçi değilse inananların varlığı da o kadar gerçek.
Tarım ve Orman Bakanı'na, başka hangi özgüven söyletir şunu:
"Tabii ki taşkın, sel olmasın. Üç günde bu kadar yağış olsun elbette istemeyiz... 15 canmızı aldı ama toprak da suya kavuştu."
Deprem yıkımında 50 bin can kaybedince selde 15-17 kayıp, ihmal edilebilir geliyor olmalı.
50 bin canın yanında lafı olmaz, suyun toprağa kavuşmasının yanında büyütülecek tarafı yok, üstünde durmaya değmezmiş gibi.
İktidar, ülkeyi el bebek gül bebek yönetirken sorunlar ya Allah'tan yahut dış güçlerden geliyorsa ne konuşuyor daha muhalefet!
Dün sormuştum...
Valiye 'partizanlık yapma', Kızılay'a 'depremde çadır satma', AFAD'a 'afete hazırlıksız yakalanma', kendine 'enkazdan oy kurtarmaya çalışma' demeyenler; muhalefete 'salgında, selde, depremde siyaset yapma' diyor. Fırıncıya 'ekmek çıkarma' demekten farkı ne?
Farkı, bu düalist yaklaşım. İyilikler iktidardan, kötülükler başkalarından bilinecek. Kâh gökte aranacak sorumlusu, kâh yerde ama hep başkalarında bulunacak suç.
Yerine göre şerde, hayır ve hikmet görülecek fakat iktidara, kusurun tozu kondurulmayacak.
Bu sistemde hiç iş düşmeyeceğinden, muhalefet de ihtiyaç fazlası kalıyor.
Bakan, bakanlığına dezenfektan sattığında dahi, salgından dolayı siyaset yapma şartları oluşmuyor.
Peki ne zaman muhalefet, muhalefetliğini yapabilecek derseniz, hiçbir zaman! Kapatsın gitsinler yani dükkanı. Ortada dolaşıp siyaset yaparak iktidara zorluk çıkarmanın âlemi ne!
Sürdürülebilir rahatlığın formülü, dildeki salmışlığın sırrı burada işte.
Fakat bugün inananların bile mazeretlere, "o kadar da uzun boylu değil" diyeceği bir eşik var.
Hiciv kitabım "O Kadar da Uzun Boylu Değil"den pasajlarla bitirelim öyleyse:
"General zemheri, cevizden bastonuyla dayandı kapıya bir mart/ Hazret-i Mikâil’in Haçlı mevkidaşıdır/ Aziz Maykıl komuta ediyor gök ordularına/ Atlantis’te kıtlık kıyamet/ Felakete bereket yağıyor kayıp kıtada/ Bu nasıl bir fantazya başmelek/ Burçlara gidiyor hep ahlar vahlar/ Yerdeki kula yasak, göktekine mi serbest muhalefet/ Hangi abuzambak gördü bu fantasmayı/ Hey gidi taht-ı beşer, kirletti altını sanrılar, salavat getir/ Kahpe felekle kavgadan dönmedi mi daha baht-ı beşer.../ Terhisten uzun boyludur asker/ Tahliyeden mahkum, taburculuktan hasta uzundur/ Taşkıran çiçeğinden, dumanlı dağlar uzun boylu değil/ Ne de Kafdağı’nın burnu, umudun Everest’inden/ Hükümetten uzundur millet, hâkimden mahkeme, katilden maktül/ Savaş galipten, hikâye kahramandan uzundur/ Ustabaşının menzili, ırgatın kolundan uzun boylu değil/ Ne de ağanın ay ışığı, marabanın yıldızından/ Yaşasınlar, kahrolsundan uzak değil..."