Dün sosyal medya 'çıplak arama' ifşaları ile çalkalanırken Anadolu Ajansı şöyle bir haber geçti:
"ABD’nin Michigan eyaleti hapishane yönetimi, tutuklu Müslüman kadınların başörtüsünü zorla çıkarıp fotoğraf çekme uygulamasından dolayı dava edildi."
15'ten fazla Müslüman kadın, fotoğraf çektirmek için dini örtülerinin zorla çıkarılmasından şikayetçi olmuş. Dilekçe vermişler.
Amerikan-İslam İlişkileri Konseyinden avukat Amy Doukore, AA'ya konuşmuş.
Diyor ki:
"Müslüman kadının başını açmak, Müslüman olmayan kadınları üstsüz gezdirmek gibi bir şey. Utanç verici, aşağılayıcı ve onur kırıcı..."
Az bile söylemiş.
O sırada, Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyesi HDP'li Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun tivitlerini okuyordum.
Çıplak aranmaya, otur kalk uygulamasına maruz kalan kadınlardan söz ediyordu.
Sonra Gergerlioğlu, 'çıplak aramaya sessiz kalma' kampanyası başlattı. Ve başı açık kapalı, erkek kadın yüzlerce kişiden mağduriyet ifşaları yağdı.
Polis gözaltısında, cezaevi ziyaretinde, tutuklu veya mahkum olarak çıplak arandığını iddia eden yüzlerce kişi çıktı ortaya.
Ne ki İçişleri ve Adalet bakanlıklarından tatmin edici bir açıklama almaya yetmedi.
Gözaltındakilere, tutuklulara, mahkumlara ve ziyaretçilerine utanç verici, aşağılayıcı ve onur kırıcı muamele ABD'de dikkatimizi çekiyor, duyarlılığımıza dokunuyor da...Türkiye'de dikkate değmiyor, duyarlılığımıza dokunmuyor mu?
ABD'de kötü muamele ve işkence sayılan şey, Türkiye'de değil mi?
Üstünkörü ret açıklamalarıyla geçiştirilebilir mi?
Karalama maksatlıysa, gerçeği yansıtmıyorsa, işkence ve kötü muameleyi yasaklayan kanuna aykırı bir durum yoksa etraflıca yalanlarsınız.
Şayet doğru ise gereğini yapmak için ne bekleniyor?
Atanmışların seçilmişleri fırçalama hakkı
İktidara yardımcı bir gazetede, İçişleri Bakanı Soylu'nun Meclis'teki performansı övüle övüle bitirilemiyor.
Bir an için tersinden düşünelim...
Cumhurbaşkanlığı sisteminde bir başka partili, mesela Kılıçdaroğlu'nun şahsı iktidarda olsaydı...
Bakanlar Kurulu kararlarının, ikili ve üçlü kararnamelerin artık tek imzaya baktığı bu yetkileri Kılıçdaroğlu kullansaydı...
Ve onun atadığı bir İçişleri Bakanı, bütçesi için hesap vermeye geldiği Meclis'te esip gürlese, bağıra çağıra seçilmişlerden hesap sorup gitseydi...
Yine böyle mi derlerdi?
'Oh ne güzel, içimizi rahatlattı, ciğerlerimizin yağı eridi, o seçilmişleri şöyle haşladı, bunları böyle payladı, filan partilerin hakkından çok iyi geldi, içimizin yağlarını eritti, onlar da hak etmeseydi" yazıları döşenirler miydi yine?
Biri de AK Parti'nin, seçilmişleri atanmışların oyuncağı yapmama vaatlerini hatırlatmaz mıydı?
Biri de milli iradeye saygısızlıktan dem vurmaz mıydı?
1215 tarihli Magna Carta'dan beri büyük mücadelelerle, bedeller ödenerek elde edildi bütçeyi denetleme hakkı...
İngiliz Kralı, o Büyük Ferman'la salma salar gibi vergi koyma ve başına buyruk harcama yetkisinden feragat etmişti.
Ne vergi toplanacağı ve nereye, nasıl harcanacağı üzerinde halkın demetleme hakkı böyle böyle elde edildi.
Demokrasi tarihi mücadelesi terse mi çevrilecek?
Halk, bu yetkisini seçtiği temsilciler eliyle kullanma hakkından alıştıra alıştıra feragat mi ettirilecek?
Şunu sormaz mıydı biri de: Hayrola, vergiye rıza şartından usul usul vaz mı geçiyoruz? Millet demokratik kazanımlarını iade mi edecek, harcamalara izin ve onayı aranmayacak mı? Vergilerin hesabı soruluyor diye nedir bu hışım, bu şiddet, bu celal?
Biri de hani Cumhurbaşkanlığı sisteminde, Meclis'in yürütme üzerindeki denetleme yetkisi güçlendirilmişti! Hani artık daha etkin kullanılacaktı diye sormaz mıydı?
Biri de Meclis'in, atanmışların şov yeri olmadığını aklına getirmez miydi?
Şamar oğlanıymış gibi, seçilmişlerin güya ağzının payını verme şovlarını hoş karşılar mıydı hepsi? Delice alkışlayanlara, biri de bir çift laf etmez miydi?
Atanmışlara, seçilmişleri kalaylama hakkı getirildi de haberimiz mi yok?
Hey gidi kambur felek, nereden nereye!