Cumhurbaşkanı Erdoğan yalnız değil, Merkel de Yeni Zelanda’daki teröristlerin ölüm listesindeydi. Hem de listebaşı...
Fakat Merkel ırkçı terör saldırısıyla canından edilen kurbanların önüne geçmediği gibi...Erdoğan'la Yeni Zelanda Başbakanı’ndan rol de çalmadı.
‘Cami cemaatini öldürdüler ama asıl hedef bendim, Almanya mağdur oldu, Çanakkale’de Osmanlı ordusuyla birlikte ve ikinci dünya savaşında Nazilerle ecdatlarını perişan ettiğimiz için Anzaklar geçmişin intikamını alıyorlar, şehirlerimiz tehdit altında, bekamız tehlikede’ diyerek katliamdan yararlanmaya kalkışmadı.
Ya ne yaptı Şansölye?...
“Bu saldırı Müslümanlaradır, mabededir, ibadetedir; Yeni Zelanda demokrasisine ve açık topluma yapılmıştır” dedi.
İnfaz listesinde kendisinin de yer aldığına, canıyla tehdit edildiğine değinebilirdi. Böyle bir kahramanlık şovuna siyaseten ihtiyacı da yok değildi. Çünkü hedef seçilmesine neden gösterilen mülteci politikaları çoktan koltuğuna mal olmuştu. Bir bedel ödediği halde altını çizmedi, değinmedi bile...
Yeni Zelanda Başbakanı Ardern de ‘hedef benim, hedef hükümetimi yıkmak, arkasında kaos güçleri var, bu bir komplodur, bu bekamıza yönelik bir saldırıdır’ hamasetini benimsemedi.
Gücünü pekiştirmek ve herkesi etrafında kenetlenmeye zorlamak için fırsata çevirebilirdi, çevirmedi, kullanmaya yeltenmedi.
Ya ne yaptı?...
Yaygara basmak yerine başında örtüyle taziyeye koştu. “Müslüman katliamcısı teröristler bizden değildir ama öldürdükleri kurbanlar bizdendir” sözleriyle örnek bir liderlik sergiledi.
Teröristlerin mesajını, Erdoğan'ın da daha önce defalarca yaptığı gibi almadı, zarfını bile açmadan elinin tersiyle reddetti.
Terör görüntülerinin yayılarak propaganda malzemesi yapılmasına bırakın hizmet ettirmeyi; bu yolla teröristlerin korku salıp dehşet uyandırma, toplumu sarsma ve teslim alma amaçlarına göz dahi açtırmadı...
Yetmedi; Hz. Muhammed’e salat ve selamla söze başlayan emniyet müdiresini konuşturarak Müslümanlardan yana, kendi ırkından ve dininden teröristlere karşı net bir tavır aldı.
Geçmiş olsun dilekleri için arayan Trump’tan da Müslümanlara sevgi ve sempati göstermesini istedi. Irkçı fanatikleri cesaretlendirmekten, sırtlarını sıvazlamaktan vazgeçmeye çağırmış oldu. Yani dökülen kanın sorumluluk ve vebalini münasip bir dille onun sorumsuz kışkırtmalarına yükledi. Hani oy uğruna Amerikalıları siyasi rakiplerine karşı kin, hınç ve nefretle doldurmakta direten, Müslüman ve göçmen düşmanlığını körüklemekten geri durmayan ucuz popülist şovlarına...
Böyleyken, bu ırkçı terör saldırısını bütün Hristiyan dünyasına mal edebilir miyiz? Kutsal din savaşı için karşımızda birleştiklerini, öç almaya hazırlandıklarını, İstanbul’u tekrar Hristiyan şehri yaparak Bizans’ı diriltmeye geldiklerini, kapımıza dayanan bir rövanş tehlikesiyle karşıya karşıya olduğumuzu, Haçlı-Hilal savaşı başlattıklarını söyleyebilir miyiz?
Korkacağımız şey, Bizans’ı ihya etme olasılıkları mı?
Çıkaracağımız sonuç; bekamızı korumak için 31 Mart’ın neden önemli olduğu mu, onu mu kanıtlıyor bu terör saldırısı? Yerel seçimlerin neden milletimiz için bir beka seçimi olduğunu mu anlatıyor bize?
Beka sorununu küçümseyen ‘çulsuzlar ve çapulcular’, 16 bin kilometre uzaktan gelen tehditlere ne mi diyecek şimdi? 'Bekamız tehlikede değil miymiş bakalım' mı?
Taksim’de ezana saldırı var diye ayağa kalkan Diyarbakır TÜGVA, bir ‘uyarı’ eylemi yapmıştı. Okudukları bildiride, “Ezan bizim için Roma’nın, New York’un, Pekin’in, Tokyo’nun, Moskova’nın, Berlin’in, Paris’in ve yarım kalan hesabımız Viyana’nın fethine niyet tazelemektir” diyorlardı.
Hedefledikleri başkentler; fetih planlarıyla tehdit ediliyorlar, bekaları tehlikede diye korkmalı mı bu durumda, gizli cihat niyetlerini ciddiye alan niye çıkmıyor öyleyse?