Sırrı Süreyya Önder, 2013 Nevruz’unda Diyarbakır’da Öcalan’ın meşhur mektubunu okuduğu için ceza aldı sanmayın.
Hani Öcalan’ın; ‘bireysel isyanıyla başlayan mücadele’den, ‘silahlı direniş’ten, ‘artık silahların susup siyasetin konuşması’ndan bahsettiği, Çözüm Süreci’nin doruğa ulaştığına işaret eden, ‘tarihi’ kaydı düşülerek medyada övülen mektubu...
Hayır hayır, ondan üç gün önce İstanbul mitinginde yaptığı konuşmadan mahkum oldu.
Terör propagandası görmesek hadi neyse de...
Diyarbakır’daki hitabını soruşturmayan yargı, Diyarbakır’a hazırlık sadedinde İstanbul’da söylediklerini terör propagandası saydı.
Baktığınızda, kamuoyunu Diyarbakır’daki asıl nutka, Çözüm Süreci’nin zirvesine ısındırmak için sarfedildiği her halinden belli, coşku verici, harcıalem lakırdılar işte.
Üstelik, Çözüm Süreci’nin rüzgarıyla, gaza getiren havasında, aşırı cesaretlendirici ortamında...
Öcalan’a ‘sayın’ demenin ve ‘bilge lider’liğine övgü dizmenin vakayı adiye, hatta demokrat ve AK Parti taraftarı olmanın şartı gibi görüldüğü günlerden söz ediyoruz.
‘Terör örgütü elebaşısı, bebek katili’ sıfatı kullanmanın ‘out’ olduğu, kullananlara iyi gözle bakılmadığı, iktidara düşmanlığa ve anaların ağlamasını, emperyalizmin kazanmasını istemeye yorulduğu günler...
Şöyle söylesem anlatmaya yeter mi; yahu hani Kandil’deki terör örgütü şeflerinin basın toplantısının, Anadolu Ajansı dahil bir medya ordusu tarafından yerinde izlenip Türkiye’de alayıvalayla yayınlandığı günler vardı ya, hah o günler işte.
***
Yormayalım şimdi birbirimizi; Demirtaş’la Önder’in yargılandığı konuşmaların barış ve demokrasi adına o gün nasıl alkışlarla pohpohlandığını görmek için Sabah, Yeni Şafak ve Star’ın şu kupürlerine bakmanız kafi.
Aynı kritere tabi tutulsa, çok az kimsenin terörü övmek ve özendirmek suçlamasından yırtıp dışarıda kalacağı bir atmosferde söyledikleri yüzünden, Önder’le Demirtaş’a vurdu piyango.
Sıra ona gelinceye kadar neler vardı, neler...
Çözüm Süreci’nde devlet ve hükümetle danışıklı çalıştılar, Kandil ile İmralı arasında mekik dokudular, dolaylı müzakere için ulaklık hizmeti verdiler, mektup taşıdılar...
2015’te Dolmabahçe’de mutabakat fotoğrafı bile çektirdiler.
Ama ‘Çözüm’ ortaklığı çökünce altında aracılar kaldı.
Rica ve karşılıklı rıza üzerine, resmi teşvik ve destek görerek oynadıkları rol pahalıya patladı, o aktörlerden hesabı soruluyor şimdi.
Bir daha ihtiyaç duyulursa kim verilen sözlere güvenip aynı iple kuyuya iner, taşın altına kim elini sokar demiyorum, çoktan anlamını kaybetti bu soru.
Fakat, 2013’te sessiz kalan bağımsız yargı süreçlerini sonra ne tetikledi de 5 yıl sonra cezayı bastılar?
Yeri geldiğinde Ankara’nın da varlığına ve ayağa kaldırılmasına gerek gördüğü uluslararası yargı, izahat beklemez mi bu konuda?
***
Biliyorum, içeride aranan bir şey olmaktan çıktı tutarlılık.
Bir emsali de Gezi olayları...
Dün Sabah gazetesinde Mehmet Barlas’ın dahi açıkça Fransa’daki ‘Sarı Yelekliler kalkışması’na benzettiği, orta sınıf halk hareketi olarak başladığını söylediği ‘Gezi kalkışması’...
5 yıl sonra, işte o Gezi’yi, hem de Sırp kasabı Miloseviç’i devirmek için kurulan Otpor direnişiyle paslaşarak organize etmekten yakalama kararları veriliyor.
Spontane, kendiliğinden değil de planlı, örgütlü bir darbe girişimi olarak başlatıldığı, Mehmet Ali Alabora’nın Otpor’la varsayımsal temaslarına dayandırılıyor.
Siyasi ajandadan bağımsız bir hukuki sürecin işlediğine, yargının araçsallaştırılıp sopa olarak kullanılmadığına iç kamuoyunun ikna edilme ihtiyacı yok şükür. Dışarıyı da ikna ettiniz mi tamamdır.