Almanya, AB dışında 5 ülkeye daha seyahat uyarısını kaldırdı. 15 Haziran itibariyle.
Ama Türkiye aralarında yok.
Alman turistlerin gözde tatil ülkelerinden Türkiye, korona risk bölgesinden çıkarılmadı.
Ankara’nın bütün bastırmalarına rağmen Alman hükümeti, seyahat uyarısını kaldırmadı.
Mısır, Tayland ve Fas gibi ülkelerle birlikte Türkiye de Ağustos sonuna kadar sakıncalılar listesinde tutulacak.
Tanıdığım turizmciler, Almanya’nın tavrını Türkiye’nin üstlerine mültecileri salmasıyla ilişkilendiriyor. Onlar da sırası gelince turistleri salmayarak karşılık veriyorlar.
İdlib şehitleriyle sarsıldığımız gece, bir hışımla sınır kapılarını açmıştı iktidar.
Rusya’ya kızıp AB’yi cezalandırıyoruz gibi bir durumdu.
AB’yi, Suriye’de yanımızda harekete geçmeye zorlamak için epeydir kullandığımız bir karttı. Düzensiz göçmen akını sonunda serbest bırakılmıştı.
O zaman AB’ye mülteci tehdidinin hata olduğunu yazmıştım.
AB üzerinde baskı kuralım, askerlerimizi vuranlardan alamadığımız hıncı Merkel’den, Macron’dan alalım, nasılsa onlar efendiliklerini bozmuyor denmemeliydi. Ters tepebilirdi.
Doğrulttuğumuz o silah aylar sonra bize döndü, turizmimizi vuruyor şimdi.
Ticari boyutları, arka planda başka sebepleri de vardır. Fakat fırsat ayağa gelmişken mülteci hesabını da görme niyetinden bağımsız düşünülebilir mi?
Cezayı turizmde kesiyorlar.
Öfke siyaseti, hamaset gösterisi, popülist şov ne iç ne dış siyasette bedavaya geliyor. Yok öyle bir dünya.
Er veya geç, millete mutlaka bir faturası çıkıyor. İlla ki bir bedel ödüyor ülke.
Ne getirip ne götürüceği tartılsa, önü arkası hesap edilse bugünler öngörülemez miydi?
Almanya, pekala Türkiye’ye karşı önlemleri gevşetmeye ikna edilebilirdi. Misilleme ihtimalleri baştan hesaba katılmış, ona göre bir politika izlenmiş olsaydı...
Güzelim tesisler atıl yatıyor, işletmeciler çaresiz, sezon göz göre göre elden kaçırılıyor. Ve ardından bakakalmaktan başka da yapacak fazla bir şey yok.
Giden gitti. İstihdam ve gıdadan yeni havaalanı ve THY’ye, alınacak darbe alındı.
Kapasitenin korona öncesi yakaladığımız düzeye geri ulaşması, gediğin telafisi kaç sezon alacak kim bilir.
Bari müstakbel kayıpları kurtarmak, ekonomiyi ayakta tutmak için kıvranıyoruz, binbir cilveyle Almanya’yı yumuşatmaya uğraşıyoruz.
Basra yıkıldıktan sonra neye yarar!
Aklımız neden hep sonradan başımıza geliyor derseniz...Aşağıya buyurun!
Gel de Demirel’e rahmet okuma
Türkiye’nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 17 Haziran’da vefat etmişti.
Mehmet Ali Bayar, 5. ölüm yıldönümünde ustasını unutmadı. T24’te “Avrasya’nın Sokrat’ı” başlıklı bir yazıyla duayen siyasetçiyi andı.
Bayar, diplomatlığında Demirel’le yakın çalışmış, siyaseti ondan öğrenmiş, manevi evladı mesabesinde bir isim. “Baba” ve “Çoban Sülü” lakaplarının yanına bilgeliği eklemesi anlaşılabilir.
Ama Demirel, bugün sadece onu özlemle arayan Bayar’ın gözünde mi ‘bilge lider’?
Yıldızımın hiç barışmadığı cerbezeli bir siyasetçiydi. Büyük demagogdu. Ağız kavaflığında üstüne yoktu. Darbelerin mağduru olmasına rağmen 28 Şubat askeri müdahalesi ve zorbalıklarına direnmediği, çanak tuttuğu için çok kızardım.
Eleştirilerim baki. Fakat bugünden bakınca, hatası sevabıyla benim bile gözüme bir bilge gibi görünüyor.
Siyasi çıkarlarıyla milletin ve devletin menfaatleri çatıştığında, ikincisini kendince üstte tutan bir bilgelik.
Bayar, Demirel’in önceliklerini ve siyasi anlayışını yansıtan sözlerini hatırlatmış.
Özellikle dış politikanın fevri atak kaldırmadığına, artistik çalıma kalkanın mutlaka zararla oturacağına dair söyledikleri, tam bir devlet adamlığı örneği.
Şu üçünü seçtim:
“Devletinizi ve milletinizi akla sığmayan, iyice ölçülmemiş hiçbir hareketin içine sokamazsınız. Hiçbir meseleyi heyecanla halledemezsiniz...”
“Dış politikada öfkeye asla yer yoktur. De Gaulle 1967’de ülkemizi ziyaret ederken Başbakandım, kendisine sordum, “dış politikayı nasıl yapıyorsunuz?” diye. Bana, “büyük devletler dış politikalarını sokakta yapmazlar” dedi. Çok şey ifade eden bir cümledir...”
“Politika ve diplomasi bir denge, uyum ve yarar elde etme meselesidir. Bana cesur desinler diye kahramanlığa soyunamazsınız. Zira, faturayı sonunda millet ödeyecektir. Hükümetler gelir gider ama dış politikanın bir devlet ağırlığı vardır...”
Hakkı yenmiş dedirten, rahmet okutan bir bakış değil mi?