HDP'nin seçime girmesinin serbest ama kazanmasının fiilen yasak olmasını eleştirseniz, devlete ve millete ihanetle suçlanıyordunuz.
HDP'nin sandıkta aldığı belediyelere sandıksız kayyum atanmasına laf etseniz, terörü kollamış gibi gösteriliyordunuz.
KHK'lıların mağduriyetine dikkat çekseniz, kripto FETÖ'cü ilan ediliyordunuz.
Kavala, Altan ve insan hakları savunucularında olduğu gibi, haksız tutuklamalara tepki gösterseniz; ya darbeci ya emperyalizmin uşağı diye taşa tutuluyordunuz.
Birkaç örnek sıraladım, çoğaltabilirsiniz...
Mazlumun kimliğine bakmadan herkes için adaleti ve demokrasiyi savunduğunuzu, imkanı yok anlamaya yanaşmıyorlardı.
Nuh diyor da peygamber demiyorlardı.
"Yedi düvelle savaşıyoruz, dış güçlerin saldırısı altındayız. İçeride terör, dışarda emperyalizmle mücadele ediyoruz" edebiyatıyla sorununuz var diyelim. Bu mazeretin, demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlamayı, muhalefeti susturmayıı haklılaştırmadığını söylediniz! Yanıyordunuz.
Ülke güya ateş altındayken iktidarı sıkıştırmak, muhalefete hak ve özgürlük istemek, demokrasi talep etmek düşmana çalışmakla bir tutuluyordu.
"Cumhurbaşkanı Erdoğan küresel güçlerin dayatmalarına boyun mu eğsin? Allah ve millet düşmanı emperyalizme diz mi çöksün? Türkiye'yi işgal planlarına teslim mi olsun? Bunu mu istiyorsunuz" diye yürüyorlardı üstünüze.
Oysa şimdi, çok daha fazlasını Adalet Bakanı'yla Cumhurbaşkanı söylemeye başladı.
Bakan Gül, 6 yıl önceki bir soruşturmadan dolayı tutuklanmış Demirtaş ve arkadaşlarını da kapsayan haksızlıklar tarif ediyor. "Yıllar geçmiş, kaçma ve delil karatma şüphesi yokken niye tutukluyorsunuz, aslolan tutuksuz yargılamadır" gibilerinden isyan ediyor.
Yargıya şöyle sesleniyor Bakan: Kime yaradığına, kimi sevindirdiğine bakmadan adalete göre karar verin, isterse kıyamet kopsun!
Bu değişimin sırrınıysa Cumhurbaşkanı açıklıyor bize.
Şöyle anlatarak:
Küresel siyaset ve ekonomideki değişimlere uygun şekilde hukuk reformları yapmaya hazırlanıyoruz.
Demokrasi ve adalet olmadan refah, büyüme olmaz. Yabancı yatırımcıya, yarınından emin olma güvencesi verecek bu reformlar. Yargımızı, öngörülebilir yapacak.
Yani hiçbir makam ve mahkeme, AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarını takmamayı aklından geçiremeyecek. Keyfilik ortadan kaldırılacak.
İnsan Hakları Eylem Planı, çok mühim. İş dünyasıyla konuşarak son şekli verilecek. Mülkiyet hakkı, hukuk güvencesiyle sağlamlaştırılacak.
Hak ve özgürlükler, güvenliğe kurban edilmeyecek. Yoksa imkanlar zulme dönüşüyor.
Son bakanlar toplantısı sonrasında tekrar vurguladı bunları.
Para suyunu çekince ve küresel siyasette değişimler olunca reforma dönülmesi üzücü.
Finanse edecek paramız kalsa haksızlıkları, baskıları, antidemokratik uygulamaları sürdürecektik demek ki. Burası kahredici.
Ama reforma dönülmesi her şeye rağmen sevindirici değil mi?
Küresel baronlara boyun eğdik, emperyalizme diz çöktük, din vatan düşmanlarına teslim olduk, bizi ıhtırdılar mı diyeceğiz şimdi?
Hayır, ülkeye asıl kötülüğü bu kafa yaptı. Sayesinde bu haldeyiz zaten.
Aksine, reform sözlerinin bir an önce hayata geçirilmesini talep etmeliyiz.
Haksız tutuklananların bırakılması gibi.
İdari kararla atanmış kayyumların geri çekilmesi gibi.
Şehir Üniversitesi tarzında, kılıfına bile uydurulamadan zorlamayla el konmuş ne varsa iade edilmesi gibi.
Yoksa kim inanır vaatlerin ciddiyetine!
Fransa’dan misillemelik boykot çağrısı
Yapmadıkları boykot çağrısını yapmış gibi gösteren bir misilleme kampanyamız vardı.Sonuçlarını bilmiyoruz.
Fransızlardan çok, bizi cezalandıracaktı zaten. Aldığımızdan fazlasını onlara sattığımız anlaşılmıştı.
Ayrıca, DEİK gibi iktidara bağlı bir kurum bile durumu toparlamaya koşmuştu.
Cumhurbaşkanı’nın, Fransız mallarına boykot çağrısından kısa bir süre sonra, 5 Kasım’da şu duyuruyu paylaşmışlardı:
“Türkiye-Fransa İş Konseyimiz, Fransa’nın Ankara Büyükelçisi Hervé Magro’yu ziyaret etti. Görüşmede, ticari ilişkilerimizin geliştirilmesi ve iş birliği fırsatları ele alındı.”
O misilleme tatlıya bağlanmıştı. Ama başka bir tatsızlık çıktı.
Fransa’nın AB Bakanı Beaune, “Türkiye’ye bir şans daha verdik fakat saldırganlık yolunu seçtiler. Ekonomik yaptırımlar uygulanabilir” dedi.
Günler geçti, Ankara bu küstah tehdide cevap vermedi. AB’yi bazı sektörlerde bize yaptırıma çağırabilirlermiş. Asıl buna ne misilleme başlatacağız?