Bunların ağababası, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın ölümsüz roman kahramanı Avnüssalah’tır. Lakabı ise ‘Utanmaz Adam’.
Bedri Rahmi Eyüboğlu ne diyordu: “Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası, ayak seslerinden tanırım, ne zaman bir köy türküsü duysam, şairliğimden utanırım...”
Elimde değil, ben de ne zaman paraya tapan has bir utanmaz adam görsem Avnüssalah’ı hatırlarım.
Avnüssalah’ı ilahiyatla çözemezsiniz, onu anlamak için şeytaniyat ilmi okumanız gerekir.
Çünkü bir Avnüssalah daima size sağdan yaklaşır, melek görünümlü şeytan gibi hak suretinde gösterir kendini. Şeytanı yeterince tanımamışsanız ona çarpılmaktan kendinizi koruyamazsınız.
Ve bir Avnüssalah, onu haklamakla görevli olanların ondan daha temiz kalamadığı vasatta serpilir.
Suç ortaklığı düzeninde koyun, kurda teslim edilir. Kahramanlık türküleri haramilere yakılır, kaparozcular el üstünde tutulur, rol model olarak sunulurlar.
Çarpık işleyişi Avnüssalah’ın ağzından dinleyelim mi:
“Çaldım. Dolandırdım. Sağdan soldan sızdırdım. Karşıma hiçbir dava çıkmadı. Çünkü yere vurduklarım, benden mücrim mahkeme kaçkınlarıydı. Yakalarını adalete teslim etmeden, beni ele veremezlerdi.”
Servetin ancak hile hurdayla, çarpma çırpmayla ele geçirilebildiği bozuk düzenlerde bir başarı abidesidir Avnüssalah. Gözü kamaşan kızlar ona hayrandır. Kestirmeden zengin olma hayalleri kuran gençler, büyüyünce onun gibi olmak ister, ona özenirler.
Hüseyin Rahmi, Avnüssalah’ın kısa sürede nasıl toplumun sevgilisi, başarı sembolü haline geldiğini keskin bir ironiyle anlatır romanda. Konferanslar veren, dolu salonlarda halka başarı hikayesi satan biridir artık.
Toplumsal ödül-ceza mekanizması dürüstlüğe, alın teriyle çalışmaya kaybettirirken sahtekarlığı, yüzsüzlüğü, riyakarlığı ödüllendiriyorsa en iyi getiri ahlaksızlıktadır. Devir yolsuzların, rüşvetçilerin devridir.
Hemen rantı dağıtan merkeze yanaşır, büro elemanı olur, zaten akçeli işler onu yakalayacak ahlak zabıtasının da başını döndürmektedir, tencere yuvarlanır kapağını bulur, disiplin kurulu başkanının gözüne Avnüssalah’ın haksız kazancı ne batacak, büyük götürenlerin yanında ufakçıların tırtıkladığı avantanın lafı bile olmaz, o vurgun senin bu vurgun benim geçinir giderler, bir tatlı masal hayatı yaşarlar.
Toplum ise onlara saygınlık kazandırarak, itibar göstererek düzenbazlığa daha da imrendirir, cebelleziye daha çok teşvik eder.
Kaç kez yazmışımdır:
Avnüssalah’ı alın getirin, günümüzün yağmacı ve soyguncu ‘utanmaz adamlar’ı arasında dolaştırın, bakın bakalım yanlarında evliya gibi kalmıyor mu? Melek sanırsınız şeytanı. Devrin anaforculukta çağ atlamış Bay Muvaffaklarını gördükten sonra Avnüssalah’ı adamdan sayıp yüzüne bakan dahi çıkmayabilir.
Peki cicimamadan uzak duramayan bu anaforcu, kaparozcu takımı mutlu hayatlar mı sürüyor? Dışarıdan göründüğü gibi mi?
Rahmetli Savaş Ay’ın annesi Şükran Ay söylerdi, şarkıyı bilmeyeniniz yoktur: “Parayla saadet olmaz, ettiğin sana kalmaz...”
Tabii ‘parayla olmuyorsa parasız hiç olmaz’ şeklinde aksi tezler de var.
Ecdat içinde dahi “İki gönül bir olunca samanlık seyran olur” görüşünü benimseyenler kadar, “İki çıplak bir hamama yakışır” görüşü de ağır basar.
Hep şunu merak ederim; Avnüssalah canlanıp aramıza gelse hangi görüşü seçerdi?
Vurguncunun, düzenbazın, dolandırıcının hası, meslek piridir kendisi.
Kan kusacaksa da altın leğene kusmayı tercih edeceği muhakkak. Sanırım paralı ve şatafatlı mutsuzluğu, her halükarda parasız mutluluğa yeğleyecektir.
Avnüssalah, iflah olmaz bir para bağımlısıdır. Aşk, kumar, madde bağımlılığına benzemez; en fenasıdır bu.
Böyle doymak bilmez aç gözlere, gümüşten başka güzellik görmedikleri için gümüşgöz denir.
Fakirlikle açlığın girdiği yerden aşkı kovduğuna dair sözlerde doğruluk varsa aşkın, Avnüssalah’a uğrama şansı hiç yoktur zaten.
Hep fakir, daima açtır Utanmaz Adam. Paranın sahibi değil müptelası, esiridir. Azat kabul etmez bir köle, tedaviyi reddeden bir bağımlı gibi paradan özgürleşme korkusuyla yaşar. Allah korusun, korkulu rüyasıdır bu.
Karacaoğlan’daki “Harami var diye korku verirler, benim ipek yüklü kervanım mı var” eyvallahsızlığı onda ne arar!
Korkudan geceleri uyku girmez gözüne, her köşede yolunu kesmeye hazır haramilerin beklediği vehmi uyutmaz, sakala da bıyığa da minnet etmeye mecburdur.
Karacaoğlan’ın “Ağu oldu bildiğimiz şekerler” dizesindeki gibi zehrolmuştur tatlı hayat, ecel şerbeti gibi içilmezdir, burundan fitil fitil gelir. Bağımlısı yine de parayı bırakmaz, yardan geçer araba sevdasından geçmez.
Cukkasına dokunma canını al, o kadar.
“Azrail gelmiş de can talep eyler, benim can vermeye dermanım mı var” demez bir Avnüssalah. Arpadan kalkmasını, sahte saadet zincirinden ayrılmasını isteme, ne istersen iste, vermeye hazırdır.
Fakat er geç gökten üç trajik sonun illa ki biri düşer, Neşet Ertaş’tan öneririm: “Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm”.