Basın İlan Kurumu, koronaya karşı gazeteleri ortak manşetle çıkmaya çağırdı. Kampanyanın mottosu ‘evde kal sağlıkla kal’. Amaç, mücadeleye destek, moral motivasyonu arttırmak...
İyi niyetle düşünülmüş olabilir ama dayanışmayı, maneviyatı, umudu büyütmenin biricik yolu gazeteleri teksesli yapmak mı? Üstelik zaten çokseslilik, sizlere ömür can çekişirken...
‘Evde kal’ sloganına bütün hayat sığdı da toplumu bölen, ayrıştıran, tekses oldurmayan dayatmalar niye sığdırılamıyor; karşı karşıya getiren zorlamalar niye evde tutulamıyor mesela?
İBB Başkanı İmamoğlu’nun Kanal İstanbul tenkitlerine cevaben şöyle diyor Ulaştırma Bakanlığı: Koronoyla amansız mücadeledeyiz ama hayat da devam ediyor, yatırımları durdurmak halka zarar...
Halk, canını kurtarmak istiyorsa evde tıkılıp kalmaya, rutinini devam ettirmemeye, hayatı dondurmaya çağrılırken geçmediği paralı yolların, köprülerin, uçmadığı havalimanının Hazine garantileri tıkır tıkır işliyor, taksimetre çalışmaya devam ediyor. Onlar neden durdurulamıyor peki?
‘Tedbir hayata bağlar’, ‘En büyük koz yakalanmamak’ demesi kolay da evde oturmak bedava değil, yüklüce bir bedel istiyor.
Ve o sadece karın doyurma, borç harç çevirme, çalışmama, tezgah kapatma, kira ve cereyanla su faturaları gibi aylık sabit giderlerin yükü değil.
Tamam tuzu kuru olmasanız da başınızın çaresine bakacaksınız icabında, sorumluluk almıyor devlet, ayağınızı sokaktan kesip yakalanmayacaksınız...
Fakat orada bitmiyor. Dizinizi kırıp oturduğunuz yerde, salgına yakalanmama korkusuyla kullanamadığınız garantili yatırımların size faturası da kabarıyor.
Ticari sır denilerek saklanıyor gerçi tam rakamlar. Tahmini hesaplara göre geçen yıl Hazine’ye 20 milyar liraya patlamış garantiler.
Karantina günlerinden sonra bu yıl ne ödeneceğini artık siz düşünün.
Doldurulmayan kotalar, devlet kesesinden yani vatandaşın boşalmış cebinden tahsil edilecek.
Koronadan sağ çıksa durduk yerde her gün katlanarak artan bu yükün altından nasıl kalkacak halk? Ulaştırma Bakanlığının buna da biraz kafa yorması gerekmez mi?
Bu hengamede ilk ihalesine çıkılmış, tarihi Odabaşı ve Dursunköy köprülerinin güzergahtan taşınması için ilk imzalar atılmış, e ilk kazma da vurulacaktır bu gidişle...
Ulaştırma eski Bakanı Arslan, çılgın projenin dünyayı çatlatacak görkemini, azametini överken İstanbul Havalimanından pahalıya mal olacağını söylemişti. Bu da asgarisinden 130 milyar liradan başlar, ağanın eli tutulmaz, siftahı buysa kaça biteceğini artık Allah bilir.
Ben, İBB’nin 2020’de İstanbul’a ayırdığı yıllık yatırım bütçesi 10 milyar lira diyeyim, oradan biçin siz.
Kanal İstanbul’un öngörülen açılış maliyeti, İstanbul’un 13 yılllık yatırım bütçesine denk.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, koronayla mücadelede halka destek paketi açıkladı, 100 milyar liralıktı. Büyük kısmı da bankalara ayırtılan özel kredi fonlarından oluşuyordu. Karşılıksız dağıtılacak para değil, çoğu Hazine’den çıkmayacak.
Beka mücadelesi söylemi gerçeğe dönüşmüş, dünyayla birlikte biz de can derdine düşmüşüz, koronavirüsle ölüm kalım savaşındayız. Ve bu hayat memat çilesinde topluma sunulan bütçe desteğinden çok daha fazlasını Kanal İstanbul’a harcamakta diretiyor iktidar.
Projeyi durdurmak halka zarar da, bu hangi akla yarar?
Diyanet reisi Erbaş, Cuma ve cemaat yasağını açıklarken fetvalarda da esas alınan bir Mecelle kanununu hatırlatmıştı: Zararları def etmek, fitneleri önlemek, menfaatleri celp etmekten önce gelir.
Belaları başınızdan kovmadan, kendinizi emniyete almadan krizi fırsata çevireyim demeyin kuralı...
Bunu da dayanak göstererek Cuma ve cemaatle namazda ısrar etmenin caiz olmadığını duyurmuştu Diyanet.
Gerçi dün kendi yasağını deldi kurum, fetvasına uymadı, seçtiği küçük bir cemaate ayrıcalık tanıdı, Millet Camii’nde VIP tertibiyle cuma kıldırdı...
Camide, cumada ısrar eden cemaat nasıl uyacak bu örnekten sonra? Zaten laf dinletilemiyordu. Cami kapısını zorlayan, imam tartaklamaya kalkan direnişçilere ne söylenecek, nasıl söz geçirilecek ayrı mesele...
Fakat Kanal İstanbul’da ısrar doğru mu? Nereye sürükleyeceği belli olmayan bu belirsizlikte, kıtlık uyarıları bile yapılan bu darlıkta beklemeye almamak akıllıca mı? Mecelle kurallarını derleyen ecdada sorulsa duyulacak en iyi cevap, Diyanet’in yaptığı değil ama dediğinin aynısı olurdu.
Bugün gücümüz kuvvetimiz yerinde, 17 ülkenin yardımına koşuyoruz, isteyene bize yetmeyen test kitlerinden yolluyoruz belki. Fakat yarın bu takati, bolluğu bulamayabiliriz.
Hazır kulak vermeye başlamışken, ayağı yere değmeyene tedbirsizliğin sonunu hatırlatan bir ecdat sözü daha var: Kendi himmete muhtaç bir dede, nerede kaldı başkasına himmet ede!
Korona Affı’nda son kulisler
Muhalefetin görüşü alındıktan sonra, nihahi şekli veriliyor taslağa.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kurmaylarıyla değerlendirmesinden bazı kulisler yansıdı. Eleştiri ve itirazların dikkate alındığına dair şeyler.
Torbacılar, sapıklar, tekrarlanan suçlardan yatanlar infaz indirimiyle çıkarılırken fikrinden tutuklu ve mahkumlar, şiddete bulaşmadığı halde terör, örgüt suçları istisna diye içeride çürümeye mi bırakılacaktı? Tıka basa dolu cezaevlerinde, bulaşıcı hastalık riskiyle koyun koyuna...
O suçlar denetimli serbestlik, ev hapsi, adli kontrol ve infaz sürelerindeki değişikliklerden yararlandırılacak. Ama bunlar kapsam dışında mı tutulacak diye tartışılıyordu, sert tepkiler vardı.
İyi haber şu, kulisler doğruysa kapsam genişletiliyor. Ne uyuşturucu ve cinsel suçların toptan yararlandırılacağı... Ne de terör ve örgütlü suç sınıfına girenlerin toptan dışarıda kalacağı şekilde.
Her suç için ayrı tasnif formülüyle...
Uyuşturucu suçlarını kapsıyordu mesela af. Buna göre içicileri kapsayacak ama satıcıları, torbacıları kapsamayacak.
Terörle örgüt suçlarını kapsamıyordu. Propaganda, yardım ve yataklık boyutları kapsama alınacak.
Bir suç kategorisi ne tamamen aftan yararlanacak ne de tamamen af dışı kalacak deniyor.
Ölçü tutturulursa, infaz indiriminde adi suçlarla siyasi suçlar arasında eşitliği sağlamaya bir nebze yaklaşılabilir.
Tepkileri yatıştırmak için, ‘ne şiş yansın ne kebap’ taktiğiyle herkesi güya memnun edecek bir göstermelik sus payı dağıtmaya dönüşürse şiş de yanar kebap da.