Sağ siyasetin kurcalamayı sevdiği konulardan biri de CHP'nin İş Bankası'ndaki hisselerine el koyma özlemidir. Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesi gibi.
Atatürk'ün vasiyetle miras bıraktığı bu hisselerden CHP bir gelir elde etmiyor. Ama o hisseleri banka yönetiminde temsil hakkına sahip.
CHP'nin İş Bankası'ndaki rolü de hisselerine el konması da sembolik bir anlam taşıyor. Siyasetin takıntılarından biri olması da bundan zaten.
Değişmez bir kader sanki, bazen uyutulup bazen uyandırılıyor konu.
Mukadder sona yaklaşıldığı haberleri tekrar dolaşıma girdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP'den alıp Hazine'ye devretme hazırlıklarının 10 güne bitirilmesini istemiş. AK Parti MYK toplantısında talimatı vermiş.
Türkiye'nin bu yıl toplamda 170 milyar dolar dış borç ödemesi var deniyor. Borcu borçla kapatmak için de 50 milyar dolara kadar kaynak bulması gerekiyormuş.
CHP'nin İş Bankası hisselerine el konması, o borcun çevrilmesine fayda edecek mi, hayır.
Aksine, hukuki güvence sorununu büyüterek yabancı yatırımcıları daha da ürkütmeyecek mi? Dışarıdan uygun şartlarda para borçlanabilmeyi zorlaştırmayacak mı?
Ya da resmi işsizliğin yüzde 17'lerin üstüne doğru tırmanmasını engelleyecek mi? O da hayır.
Cari açık büyüyor, martta 5 milyar dolara dayanmış. Dengelemek için yabancıdan döviz girişi gerekirken çıkış sürüyor, 7 buçuk milyar doları geçmiş. Açığı ve çıkışı finanse etmekte kullanılan Merkez Bankası rezervleri de hızla eriyor, 16 milyar dolardan fazlası gitmiş.
CHP hisselerine operasyon, bu kan kaybını durduracak mı? Alakası bile yok.
Ama seçmenin dikkatini bir süre daha oyalamaya yarayabilir, ona laf yok.
Peki, sembolik yenilgi ve zaferlerle oyalayarak ülkeye vakit kaybettirmekten kaçış da mı yok?
Hesaplaşma kısır döngüsünden çıkamamak, hep rövanşa oynamak, değişmez kaderimiz mi derseniz...
Dün, Karar'ın ekonomi yazarlarından Mehmet Ali Verçin "Ölüm kader ama yoksulluk başarısızlıktır" diyordu.
Öyle mi!
AK Parti, 3Y ile mücadele vaat etmişti. Yolsuzluk, yasaklar ve yoksullukla...
18 yılın sonunda durum ortada.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, son yerel seçim kampanyasında açıklamıştı. Devletten düzenli destek alan hane sayısı 2 buçuk milyondan fazla. 10 milyondan fazla vatandaş fakir fukara fonlarının eline bakıyor, yardımla geçiniyor demektir.
Verçin, yoksulluğu değişmez yazgıya değil de başarısızlığa bağlamakta haklı.
Fakat hayat, Fikret Şeneş şarkılarındaki gibi de cereyan etmiyor.
"Anlamazdın anlamazdın, kadere de inanmazdın" ya da "Kaderden kaçılmazmış görüyorsun" kabullenişini iktidar bile benimsemiyor.
Yoksulluk gibi, ölüm riski de kaçınılmaz bir kader değil.
Cumhurbaşkanı, korona tedbirlerini ilk ilanında Hz. Ömer'in şu sözünü hatırlatmıştı: "Allah'ın bir kaderinden bir başka kaderine kaçıyoruz."
Bir kaderden öbürüne kaçmak mümkünse niye saplanıp kalıyoruz kısır çekişmelere?
Suudilere mi kendimize mi bu ceza?
Suudiler, Anadolu Ajansı ve TRT Arapça sitelerine erişimi yasaklayınca...Bizde de Suudi sermayesiyle ilişlilendirilen 18 kadar siteye yasak konmuştu. Önce BTK’nin idari takdiri, sonra mahkeme kararıyla.
Mahkeme, milli güvenlik ve kamu düzenine tehdidi gerekçe göstermişti...
Suudi hissedarlı ama Rus sermayesinin hakim olduğu Independent Türkçe, hangi içeriğiyle tehdit oluşturmuştu mesela?
Somut hiçbir dayanak sunulmadığından tek açıklaması vardı: Misilleme!
Pekala da, bizim okuduğumuz ve hukuken sakıncalı hiçbir içeriği tespit edilemeyen bir siteyi kapatıyorsunuz. Cevap kime? Amaç kimi cezalandırmak?
Kendi halkımızı mı cezalandırmış oluyoruz, Suudileri mi tartışması bir yana...Independent Türkçe’nin karara itirazı da Ankara’daki mahkemece gerekçesiz reddedilmiş.
Soru şu:
Suudiler; basın özgürlüğü başta, temel hak ve özgürlükleri tanıyan bir hukuk devleti olmadığına göre...Anladıkları dilden, kısasa kısasla aynen misilleme bizi ne yapar; hukukun üstünlüğünü esas alan bir demokrasi mi? Farkımız nereden belli olacak?