Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan, "FETÖ'nün siyasi ayağı bizzatihi Kılıçdaroğlu'nun kendisidir" dedi. Suçlamasını, Kılıçdaroğlu ve CHP'ye aynen iade etti.
Önceki gün de Kılıçdaroğlu, FETÖ'nün siyasi ayağının bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti olduğunu söylemişti.
Karşılıklı suçlamaların altını doldurmak için başvurulan iddiaları sayıp dökmeye ne hacet!
Fakat soru baştan yanlışsa cevabın doğru olma ihtimali de yok.
FETÖ kimi kullanmadı ki?...
FETÖ'nün suret-i haktan görünerek kanına girmediği, kirini bulaştırmadığı, kullanmayı başaramadığı etkin bir parti kaldı mı geride?
Muhalefeti kumpaslarla dizayn etmeye çalışırken AK Parti iktidarından mı yararlanmadı?
AK Parti ve Erdoğan'ı hedef aldığında, muhalefet partilerinden mi faydalanmadı?
Gün geldi iktidarı muhalefete karşı kullandı, gün geldi muhalefeti iktidara...
CHP ile MHP'ye karşı ürettiği kumpas materyalini, arası iyiyken AK Parti'nin hizmetine sundu.
Ters düştüğünde ise AK Parti'ye kurduğu kumpasın mahsullerini CHP'ye servis etti, MHP'nin iktidar karşıtı söylemlerine sızdı.
FETÖ'yle ağız birliği içinde görünmek; terör örgütü propagandasına alet olmaksa...Muhalefeti veya iktidarı yıpratmasına ve şekillendirmesine yardım ve yataklık etmek, yani amaç birliği suçu işlemekse...
Söyler misiniz; az ya da çok, bu partilerden hangisi bu suçlamadan muaf tutulabilir?
Kimi zaman bilerek kimi zaman bilmeden, kiminde isteyerek kiminde istemeden FETÖ'nün oyununa gelmemiş, gizli açık destekçisi durumuna düşürmeyi başaramadığı partiyi gösterin, gerisini ondan sonra konuşalım.
Muhalefet de iktidar da FETÖ'nün hem kurbanı ve mağduru hem de birbirlerini FETÖ'nun suç ortağı, siyasi ayağı olarak suçlayacak nedenlere sahip. Tam da FETÖ'nün sinsice amaçladığı gibi...
Siyasi ayak tartışması, bu sebeple kesin sonuca ulaştırılamaz bir tuzak. Çıkamazsınız içinden.
Sündürülmeye, esnetilmeye, istismara da son derece açık.
Kimsenin, FETÖ'yle paslaşmanın ne tamamen masumu ne de gerçekten suçlusu çıkacağı bir tartışma bu. Çözümsüz bir kördüğüm.
Siyaseti böyle hinoğluhin bir kısırdöngüye, kimsenin hasarsız sıyrılamayacağı bir fasit daireye sokmak ancak FETÖ'nün ekmeğine yağ sürer, sadece onun aradan sıyrılmasına yarar.
Başından beri kimsenin elini temiz bırakmama, melanetini her tarafa bulaştırma stratejisi boşa çıkarılmadan FETÖ nasıl yenilecek? Mücadele nasıl kazanılacak?
İktidar da muhalefet de FETÖ'yle mücadeleyi araçsallaştırarak, birbirine karşı silah gibi kullanarak, istismar ederek, sulandırarak hala FETÖ'nün tezgahına geldiklerini, aslında şeytani planı doğrultusunda siyaseti kullandırtmaya devam ettiklerini fark etmeyecek mi?
Birbirlerinin itibarını vurmak için patlattıkları o saklı mayınları o yollara kim döşedi, o parmak izlerini oralara kim bıraktı, aleyhlerindeki şüpheleri o zulalara kim yerleştirdi?
Siyasi ayağı, 'siyaseti komple itibarsızlaştırmak kimin çıkarına' sorusunda ararsanız, belki bulunur doğru cevap.
Yoksa; FETÖ'yü bitirseniz bile ektiği nifak tohumlarına kazandırmış, hep beraber altında kalmış olmaz mısınız?
Rusya’yla NATO arasına oturulmaz!
ABD’den istediğini alamayınca Rusya’yla yakınlaşmıştı Ankara. Haddinden fazla yakınlaşmanın kötü bitebileceği, bu ilişkiye güvenip AB, ABD ve NATO’yla papaz olmanın pişmanlık getirebileceği söylenmesine, bütün uyarılara rağmen...
‘Dikkatli olalım, Rusya’nın işine gelebilir, S 400’lerle başlayan süreç buna zorlayabilir ama Batı’yla ipleri koparmayalım, sonu belirsiz bir macera’ diye uyaranlara neler denmedi ki...
Ne emperyalist uşaklıkları, ne satılmış Amerikancılıkları, ne hain anti-Rusçulukları, ne Batı hayranlığı uğruna Avrasya düşmanlıkları, ne AB maşalıkları, ne Atlatnikçi ve NATO mandacılıkları kaldı.
Kendilerine biçtikleri paye ise Rusçuluk değildi. Rus menfaatleri, emperyalizmi ve mandacılığının sözcülüğü, savunuculuğu hiç değildi. Anti-emperyalistin önde gideni, emperyalizmle savaşın yılmaz mücahidi, tam bağımsızlık mücadelesinin vatansever kahramanlarıydılar.
Çok geçmedi, toz kondurmadıkları Rusçulukları İdlib’de bozgun yedi, neye uğradıklarını şaşırdılar. Afallaya bocalaya hala Rusya’yı aklamaya, bir umutla bağlılıklarını kurtarmaya çalışıyorlar.
Ama nafile...
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İdlib’de rejimin saldırılarına Rusya’nın göz yumduğunu açık etti. İkinci saldırıdan sonra daha sert çıktı, dün Rusya ve Esad’ı İdlib’de sivilleri öldürmekle suçladı.
Aynı sırada Savunma Bakanı Akar, NATO ile AB ve ABD’yi İdlib’de saldırıya uğrayan müttefiklerinin yardımıma çağırdı. Lafla değil somut adımlarla. Yani Esad ve Rusya’yı birlikte durduracak askeri yardıma.
NATO ve ABD’den hemen ‘dayan geliyoruz, yalnız değilsin, Ruslara karşı imdada yettik yetiyoruz’ açıklamaları geldi.
ABD Suriye Temsilcisi Jeffrey, hızır edasıyla Ankara’ya koştu. “Her imkanla desteğe hazırız, Türkiye’nin yanındayız, şehitlerimiz var, Rusya ve Esad saldırılarını derhal durdurmalı, acilen ateşkes ilan edilmeli” dedi.
Bu arada Kremlin Sözcüsü Peskov dahil, Moskova’dan Türkiye’ye kızgınlık sesleri yükselmeye başladı. Astana sözlerini tutmadı, İdlib’de teröristleri ayrıştırmadı, silahsızlandırılmış bölge kurmadı, Rus ve rejim güçlerine yönelik terörist saldırıları önlemedi, bunu düzeltme sorumluluğunu üstüne almıştı, zaten ‘geçici çatışmasızlık gözlem görevi’ adı üstünde geçiciydi, sonsuza dek bekleyemezdik diye uğradığı saldırıların suçunu Türkiye’ye attılar. ‘Laf dinlemiyor, söz geçiremiyoruz’ dedikleri rejime tek etmiş değiller daha.
Bir kez daha yol ayrımında Ankara. Sıkışmışlıktan kurtulma telaşıyla aynı hatayı tekrarlamamalı.
Batı ittifakına geri dönmeli, NATO’yla yakınlaşmalı, AB ile ABD’den uzatılan elleri geri çevirme lüksü yok elbette. Ama Rusya’yla kötüleşme, Rusya’yı ihmal veya gözden çıkarma yahut da çatışmayı göze alma pahasına değil.
Şunu da unutmadan; ecdadın buyurduğu üzere, iki sandalye arasına oturulmaz.
ABD ile Rusya’yı birbiriyle dengeleyeyim derken arada sandalyesiz kalma tehlikesi de var.