Uzun zamandır görüşmesek de yakından tanırım, Keçiören Subayevleri'nde komşuluk ve dostluk ettim. Erdoğan, Başbakan olup kiracı geldiğinde ben Faruk Koca'nın yaptığı o binada oturuyordum. Bir yılı geçmişti sanırım taşınalı, topraktan daire almıştım.
Ama tanıdığım Faruk Koca, bu değildi. Bu, yani Rizespor maçının bitiminde bir hışımla sahaya dalıp hakeme yumruk sallayan Ankaragücü Başkanı.
Nasıl biri olduğunu net hatırlıyorum. O Faruk Koca gitmiş, başkası gelmiş sanki.
Yanlış anlaşılmasın, savunmak için yazmıyorum.
Savunabilmeyi isterdim. Fakat yaptığı, savunulamaz ve kabul edilemez. Kendisi de farkındadır, sonuçlarına katlanmak zorunda. Gözaltına alındı, tutuklandı, AK Parti'den ihraç ediliyor, her yerde kınanıp ayıplanıyor.
Tabii ki saldırıya uğrayan hakem Meler'i; suçu kendinde aramaya çağıracak değilim. Muvazeneyi hepten yitirmedim.
Ana muhalefet liderine saldırıldığında saldırganı kahraman gibi alkışlayanları, suçu ve suçluyu övenleri görmüştük. Ne yaptı da bu haklı öfkeyi üstüne çekti, niye kızdırdı, diye kusuru kendinde bulmasını isteyerek mağduru suçlu gösterebilmişlerdi.
Neyse ki, seçmenlerini siyaseten bileyip kutuplaştırmak uğruna muhalefete saldırıyı bile meşrulaştıranlar, bu kez ortada yok. Futbol camiasını karşılarına alamadılar. Doğru yerde duruyorlar.
Süreç ve tepkiler, olması gerektiği gibi...
Yine de şaşırmamı engellemiyor. Tanıdığım, bildiğim Faruk Koca'ya ne olmuş böyle, diye üzülmekten kendimi alamıyorum.
Bunu ona, aradan geçen yıllar yapmış olamaz. Uzun süre güç kullanmakla, futbol fanatizmiyle ilgisi olsa gerek.
Sakin, mülayim biriydi. Ne ara kavgacı, çabuk parlayan, kendini kaybedecek kadar fanatik birine dönüştü?
Dönüştüğü şeyi aynada gördüğünde kendisinin de seveceğini hiç sanmam.
Gerekli dersleri çıkarırken aslında şiddete meyilli, saldırgan olmayan birini hangi iklimin bu hale getirdiğini de gözden kaçırmayalım.
Hakem Meler başta olmak üzere, tüm futbol camiasına geçmiş olsun. Umarım son olur, bir daha yaşanmaz.
GARİBAN KURYE İÇİN DAHA ADİL OLAMAYAN DÜNYA
Daha adil bir dünya mümkün, bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan da söylüyor, kitabını dahi yazdı.
Öyleyse dünyayı daha adil yapmaya niye Türkiye'den, kendimizden başlamıyoruz?
En son bir motor kuryenin öldüğü kaza, bu soruyu yüzümüze vurdu.
Kazada asli kusurlu olan Somali Cumhurbaşkanı'nın oğlu Şeyh Mahmud, kafesten uçuruldu. Ya da adaletten kaçırıldı, nasıl derseniz artık.
İnsanımızın canını hiçe sayan bir skandalla karşı karşıyayız.
Göz yumma, yol verme mi; basit ihmal mi?
Olay yeri tutanağı, ölen kurye Göçer'i kusurlu gösteriyor.
Kaza görüntüleri ve bilirkişi raporu ile doğrusu ortaya çıkarılmasa kapatılıp gidecekmiş. Göçer'in iki çocuklu dul eşi de tam olarak bunu söylüyor.
Üstüne gitmeseler ölenin geride kalan çoluk çocuğu, bir de borçlu çıkarılacaktı.
Şimdi iki polis açığa alındı, görevini kötüye kullananlar soruşturuluyor.
Ama kendi kendilerine mi yaptılar, niye böyle bir sorumluluk alsınlar? Aydınlatılması gereken bu.
Münferit, bireysel bir adaleti karartmaysa diğer örnekler neydi?
Yemen eski Savunma Bakanı'nın oğlu da Taksim'de kazaya karışmış, bir vatandaşımız ağır yaralı. Ancak motor kurye için kopan gürültüden sonra tedbir ciddileşmiş, adli kontrolden ev hapsine çevrilmiş.
Hakimin, savcının babasının oğlu değiller. Nasıl olabiliyor?
Mavi Marmara davalarının İsrail'le anlaşarak tazminat karşılığı kapatılması; yine Cemal Kaşıkçı cinayetinde davanın, Veliaht Prens'le arayı düzeltme karşılığı kaldırılıp Suud'a devredilmesi örnekleri de var.
Güçlünün haklı, ayrıcalıklı olduğu ve korunduğu yerde üstünlük, hukukta değildir. Üstünlerin hukukunun olduğu yerde de kanun önünde eşitlik aranmaz. Ve motor kurye gibi gariban takımının hayatının hiçbir kıymeti yoktur.
Hangisinde yaşamak isteriz? Yargının içeride siyasete, dışarıda dış politika pazarlıklarına alet edilebildiği bir düzende mi? Adaletin; siyaset ve çıkarlar üstü tutulduğu, araçsallaştırılamadığı bir düzende mi?