Seçim yarışı kızışırken tarafların, birbirlerine karşı kullanacakları koz ve argümanlar da belirginleşmeye başladı.
AK Parti lideri Erdoğan'ın hedefinde 'engellendik edebiyatı' vardı. Ama bu kez Türkiye'yi şahlandırmalarının nasıl engellendiğiyle ilgili edebiyattan bahsetmiyordu.
Muhalefet belediyeleri, özellikle de İmamoğlu'nun, AK Parti iktidarınca engellenmekten şikâyete hakkı niye yok; onu açıklıyordu.
Dün seçim beyannamelerini tanıtırken siyasi mazeretçiliği şöyle çürüttü:
"Eser ortaya koyamamanın, halka hizmet götürememenin bahanesi olmaz. Bakmayın birilerinin 'engellendik' edebiyatı yapmalarına. Şu anda 'engellendik' diyenler, AK Parti belediyelerinin aldığı paralardan çok daha fazlasını aldılar ve alıyorlar. Bunların tamamı safsatadan, sorumluluktan kaçmaktan ibarettir."
Eğer belediyelerin, genel bütçe vergi gelirlerinden aldığı payı kastediyorsa Erdoğan yüzde yüz haklı.
En çok pay alan ilk üç büyükşehir belediyesinin üçü de CHP'li. İstanbul, Ankara ve İzmir büyükşehirler bunlar.
AK Partili Bursa Büyükşehir, ancak beşinci sıradan listeye girebiliyor.
Ve fakat belediyelerin ne kadar pay alacağı, nüfuslarına göre belirleniyor. En kalabalık şehre, topladığınız vergilerden en az payı veremezsiniz. İktidarın takdirine, tasarrufuna bağlı değil.
AK Parti'nin elinde olan ya da İmamoğlu'nun elinden aldığı alanlarda engelleme oldu mu, ona bakmak gerek.
Meselâ İmamoğlu'nun Halk TV'de verdiği şu ayrımcılık örnekleri, nankör uydurması mı:
“2 bin 500 kişilik itfaiye eri alım isteğimiz, 2 buçuk senedir bakanlıkta bekliyor. Biz İSKİ’ye yönetim kurulu başkanı atayamadık. Güvenlik sorunu varsa sebebi biz değiliz. Kamu bankalarından kredi istiyoruz. Kamu bankaları, halkımıza ait. 4 buçuk senede 0 lira kredi kullandık. Bize 0 lira veren kamu bankasının bir mafya grubuna kaç lira verdiğini biliyorsunuz. 700 milyon. Bize 7 lira vermediler."
İmar yetkilerinin tırpanlanıp bakanlığa devredildiği, Ulaşım Koordinasyon Merkezi'nde İBB'nin azınlığa düşürüldüğü, taksi sayısını artırmasının bile engellendiği biliniyor.
Şimdi AK Parti adayı Kurum, hepsini çözmeyi vaat ediyor.
İktidar, adil bir yarışa girerken İmamoğlu'nun, bahaneler uydurarak sorumluluk almaktan kaçtığı söylenebilir mi?
Kaldı ki CHP adayları Yavaş ve İmamoğlu, engellemelere rağmen başardıkları iddiasında. Engellemeler yüzünden başaramadıklarını anlatıyor değiller.
Başarısızlığı kabul etmiyorlar ki mazeretlerin arkasına saklanmakla, bahanelere sığınmakla eleştirilsinler.
Muhalefeti mazeretçilikle suçlayanın bari kendisi mazeretçiliğe başvurmasa, diyebilirsiniz.
Ancak hatırlatırım size; Cumhurbaşkanlığı Sisteminin en büyük vaadi, mazeretçiliği terk etmekti.
2018'de bu sisteme geçildi ve Erdoğan, göreve başlarken ne yetki istedilerse milletin verdiğini, artık mazerete ve bahanelere yer kalmadığını, tek seçeneklerinin başarmak olduğunu ilan etti.
O günden bu yana faizle, enflasyonla, dolarla nasıl mücadele edildiği ortada.
Ekonomiyi tam şahlandıracaktık ki yine dış güçler saldırdı, Üst Akıl operasyon çekti, küresel faiz çeteleri yaptırmadı, emperyalist Londra bankerleri bırakmadı, deniyor mu bakın hiç?
Son 5 yıldır bunları duymadı, duymuyorsanız iktidarın mazeretsizlik miladı başlamış, demektir. Kendine tanımadığı hakkı, muhalefete de tanımayacak haliyle.
ÇAY SİMİT YÜZYILI
CHP lideri Özgür Özel, dün Meclis gruplarına konuşurken çay-simit hesabı yaptı.
5 kişilik bir ailenin karnı, çay ve simitle kaça doyar?
Çarpma, toplama işlemlerini kartonlar üstünde gösterdi. Günde 3 öğünden bir aylığı, 11 bin 250 lira tutuyor. En düşük emekli maaşı ise 10 bin lira.
Erdoğan'ın çok sevdiği bir hesaptı bu. Milletin o paralara doyup doyamadığını, ülkenin geçim ve refah seviyesini çayla simit fiyatlarından ölçerdi.
Aradan 20 yıldan fazla zaman geçti.
Üstüne Türkiye Yüzyılı başladı.
ABD, Avrupa çökerken biz yükselişteydik.
Karadeniz doğal gazı rezervinden gelecek kuşaklara pay ayırmak için fon kurup Norveç gibi bile olmuştuk.
Artık Türkiye ekseni vardı. Dünya bizi kıskanıyor, etrafımızda dönüyordu.
Lider ülke, küresel aktör, milli nükleer güç olmuştuk.
Kendimize acıyacak bir şey kalmayınca medyamızın derdi; ne olacak şu Hans'la George'un hâliydi. Yazık, bu kış da parasızlıktan donup yatağa aç giriyordu zavallılar.
Fakat nedense refah seviyemizin göstergesi, dön dolaş yine çayla simit hesabı. Zenginleşmemizin boyu, orayı aşamadı.
Kuzu çevirmeye parası, fazlasını satın almaya halkın gücü yetmediğin değil de çayla simit keyfinin vazgeçilmezliğinden midir?