Arjantinli şair-yazar Borges, rüyasında en çok ayna görmekten korkardı. Aynalı rüyalarına mutlaka bir maske de eşlik ederdi.
Borges, aynaya baktığında yüzündeki maskeyi göreceğini hatırlayarak dehşete kapılırdı.
Ve yazdığına göre, bazen başına gelirdi korkulu rüyası. Borges, aynadaki yansımasında maskeli yüzüyle karşılaşır ama o maskeyi çıkarmaya cesaret edemezdi. Çünkü felaket bir halde olduğunu düşündüğü gerçek suretiyle yüzleşmek, ona korkunç geliyordu
Kendisiyle karşı karşıya gelmesi, içyüzüyle baş başa kalması; Borges için gecenin dehşetlerinden biridir.
Ayna korkusundan, “Yedi Gece” kitabının “Kabus” bölümünde de bahsediyor. Bu bile Borges’in duygularını yeterince açıklıyor sanırım.
Gözlerini kaybettikten sonra da sürdü Borges’in ayna fobisi. Gündüzleri, gözleri açıkken bakıp aynada göremeyeceği yansımasının; geceleyin uykusunda bir karabasan gibi rüyasına girmesinden ödü kopmaya devam etti.
Ayna fobisini nereden edindiği konusunda da bir tahmini var üstadın. Çocukluğunda, maske takan birinin korkunç bir gerçeği sakladığını seyretmiş olmasına bağlıyor.
İngiliz Romantik şair Lord Byron’ın da yüzleşmek istemeyeceği karanlık sırları vardı. Sevgililerinden birinin, onu “çılgın, kötü ve tehlikeli” diye tanımlamasına sebep olan tarafıydı bu.
Byron, kendisinden değil ama gizlediği sırları ortaya çıkarsa dönemin İngiltere’sinde başına açabileceklerinden çekinerek kaçtı. Ülkesine bir daha dönmemek üzere.
1824’te, Yunanistan’da hastalıktan öldüğünde, İngiltere’de ünlüydü Byron. Bilinen ve tartışılan, provokatif bir simaydı. Kışkırtıcı bir şair ve sansasyonel bir kişilik olarak ismini, yaşarken duyurmuştu.
Yine de Londra’da, West Minister Katedrali’nin şairler köşesine, ‘Lord Byron’ yazan bir mezar taşının konması için 150 yıl geçmesi gerekecekti.
Karanlık sırları olan edebi kahramanlara adının verilmesi ise o kadar gecikmedi.
Byron, şiirindeki ilk tiplemeyi kendisi gibi çizdi. İkizi olacak kadar benzeriydi. O karaktere, o gün bugündür ‘Byronik kahraman’ deniyor.
Büyük şairlerin hepsi ‘şairin çatı katı’nda, yokluk içinde sürünmedi tabii. Hepsi deliliğe de vurmadı.
Ama kendilerine sakladıkları sırları oldu ki; kiminin yolu, psikiyatrist koltuğundan veya tımarhaneden geçti.
Şairlerin yaşamları çalkantılı, sırları kendileri için sarsıcı ve hatta yıkıcı olabiliyor. Aynalardan korkup kaçabiliyorlar.
Siyasetçilerin durumu, öyle değil. Gerçek yüzlerini maske arkasına saklamak, iç dünyalarında hiçbir depreme yol açmıyor. Ortalık istediği kadar çalkalansın, korkunç sırlarının yükü altında ezildikleri de söylenemez. Aynalarla araları daima iyidir. Memleket yanarken saçlarını tararlar karşısına geçip.
Soros bursuyla okumuş, Soros vakıflarında çalışmış, Soros’un sponsorluğunda siyasete atılmış birini alın. Macaristan Başbakanı Viktor Orban mesela.
Çıkarı gerektirdiğinde, ilk sattığı kişi değil Soros. Onu, baş günah keçisi de ilan ediyor. Sırf rakiplerini ve eleştirenlerini, Sorosçulukla suçlayabilmek için.
Soros’un parasını yiyerek semiren adam, ‘Soros bunları satın aldı’ diye gözü kapalı karalıyor karşıtlarını.
Çünkü Müslüman göçmen düşmanlığı ve yabancı karşıtlığıyla seçim kazanacak, görüyor. Müslüman göçmenleri Avrupa’ya sokarak, adeta sessiz istila başlatan bir dış güç bulması gerek. O düşmanı da Soros’muş gibi gösteriyor. Basıyor yaygarayı; ‘ben kaybedersem Soros kazanır, operasyon çekiyor, ülke elden gider’ diye.
Varlığını Soros’a borçlu Orban. Fakat anti-Sorosçu maskesiyle pişkin pişkin dolaşıp sır üstüne sır istiflemeyi sürdürüyor.
Orban gibi bir Byronik kahramanın yanında; en karanlık günahlarıyla Borges, yeni doğmuş çocuk kadar masum kalmaz mı!
Orban’daki çılgın, kötü ve tehlikeli karakterin yanında; Lord Byron'ın lafı mı olur!
Maskesini kaldırın ve yüzüne tutun aynayı; en büyük Sorosçu, en önde giden Soros karşıtı çıkacaktır.
Ayna ayna! Söyle onlara, kim bu karşılarındaki öcü?