Hayır, tabii ki değil.
Peki, yeni bir düzenlemeyle suç haline mi getiriliyor? Aslında o da değil.
Ama öyle zannediliyor.
Nereden çıktı derseniz; Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın yanlış anlaşılan bir sözünün, ondan daha yanlış anlaşılan bir bakanlık açıklamasıyla düzeltilmesinden.
‘Ekonomi kötü’ demek, bakanı eleştirmek, zamlardan şikayet etmek, vergi artışlarından ve ardı arkası kesilmeyen salmalardan yakınmak ne yasak, ne de yasaklanacağı var.
Bakan Albayrak’ın söylediği bu değildi. Ne ki buna yorulmaya da açık ve müsaitti.
‘Ekonomi aleyhine algı oluşturan’ ekonomistlerle ‘terörle mücadele aleyhine algı oluşturan’ları bir tuttu, ‘farkları yok’ dedi.
‘Ekonomi yönetimini eleştiren ekonomistleri teröristlere benzetti’ diye tepki toplayınca da Bakanlık, duruma el koydu. ‘Terörist’ lafını yalanlayarak asıl meramı kağıda dökmekti niyetleri.
Fakat hem yalanladıkları şey tam olarak yalan değildi, o kapıya da çıkabilecek, farklı anlamlara çekilebilecek bir laftı...
Azarlayarak yalanlama yerine ‘maksadın aşıldığı, onu demek istemediği’ belirtilmeli, neyi kastettiğine açıklık getirmekle, yanlış ifadeyi doğru şekle sokmakla yetinilmeliydi.
Hem de aynı hatayı tekrarlamaktan kaçınılmalı, benzer anlamlara çekilebilecek laflar edilmemeliydi.
Ve maalesef, bakanlık adına yapılan açıklama bunu başaramadı. Güya düzeltecekken berbat etti, eline yüzüne bulaştırdı, kaş yapayım derken göz çıkardı.
Çünkü öfkeli ve tepkisel bir tondaydı. Kendi hatasını düzelterek telafi yoluna gitmektense suçu karşı tarafta arıyor, hesap sorma ihtarı içeriyor, ‘bu yalan ve iftiraları atanlarla gündemde tutanlar hakkında tüm hukuki süreçlerin başlatıldığı’ bildiriliyordu.
Böyle bir durumda en olmayacak şeydi, üstüne tüy dikildi yani.
‘Sakınan göze çöp batar’ sözünü doğrularcasına, Bakan Bey’i korumaya ve sakınmaya çalıştığı algıları bakanlık kendi eliyle pekiştirdi.
Bakanı ve ekonomi politikalarını eleştirmek suçlaştırılıyor, yasaklanıyor zannı, işte buradan doğdu.
Hiç dışarda suçlu aramasınlar. Rahatsız oldukları algıya sebep olan kendileri, başkası yol açmadı.
Ama böyle algılanmaktan müthiş rahatsızlık duydukları da kesin. Bakan Albayrak ve mesai arkadaşlarına en azından bu konuda haksızlık ediliyor.
Eleştiriyi karalama, kötüleme ve düşmanlıkla karıştırsalar bile yasaklatabilecekleri bir şey olmadığını biliyorlar hiç değilse.
Ayrıca, ‘aleyhte algı oluşturmaya çalışmak’ suç olsaydı, ‘ayağa sıkan’ bu iletişim kazasının sorumluları giderdi en başta okka altına. Daha aleyhte bir algıyı kim oluşturabildi ki?
Neyse ki son yargı reformu, eleştiriyle terör propagandası ve övme suçu arasındakı farkı iyice açıklığa kavuşturdu.
Adalet Bakanı Gül de iktidarı ve toplumu yerinden zıplatacak kadar rahatsız edici dahi olsa eleştiri mahiyetindeki düşünce açıklamalarının suç ve ceza konusu olamayacağını, savcı ve hakimlere teyiden duyurdu. Hatta ifade ve eleştirme özgürlüğünün olmadığı yerde ekonomik canlanmanın yaşanmayacağını bile hatırlattı.
Yoksa maazallah, o feci düzeltmeyi basan ve yayanları, ‘ekonomi aleyhinde algı oluşturmaya çalışanlar’la adeta ağız ve amaç birliği içinde konuşma suçlamasından kim kurtarabilirdi!
Ahmet Altan’ın ayrıcalığı ne?
Dünden beri kafama takılan soru bu. YouTube kanalı Karar TV’de başladığımız haftalık program Reşitpaşa Yokuşu’nda, Yıldıray Oğur’a da sordum dün sabah.
Nazlı Ilıcak’la aynı davada yargılanıyordu. Anadolu Ajansı’nın ‘FETÖ darbe çağrışımı davası’ dediği, subliminal mesaj verme davasında...
Birlikte müebbet hapis cezası aldılar. Yargıtay, iki lafla darbe girişimi mi olur, hani cebir ve şiddet unsuru, örgüt bağı nerede bunun diye bozdu.
Ağır ceza mahkemesi bozma kararına uydu, suçla ceza değişti, biri yaklaşık 9 diğeri de 10 yıla çarptırıldı. Ve yattıkları süre dikkate alınarak birlikte tahliye edildiler.
İkisi aynı akşam salıverildi. Ama yalnızca biri hakkında, ertesi gün savcı tahliye kararına itiraz etti.
Bir hafta sonra, yalnızca birine tekrar yakalama çıktı. Yalnızca biri, bırakıldığı kapıdan cezaevine geri alındı.
Aynı şartlarda olmalarına rağmen, yalnızca biri için ‘kaçma şüphesi, konumu, suçun niteliği ve aldığı ceza’ gibi gerekçeler göz önünde bulunduruldu.
Madem öyle, sonradan mı akıl başa geldi, baştan niye dikkate alınmadı bunlar demiyorum.
Sorum şu; Ahmet Altan’ın ayrıcalığı nereden geliyor?
Öyle ya, Altan’a torpil geçiliyor, göstere göstere ‘pozitif ayrımcılık’ yapılıyor.
Gözünü intikam hırsı bürüyenler gibi ‘kurunun yanında yanarsa yaş da yansın, su veren itfaiyenin...’ diye ağzıma geleni saydıracak değilim.
‘Birini tuttuysanız diğerini niye bıraktınız, Ilıcak’ı da onun gibi geri tutun’ diye adaletsizlikte eşitlenmelerini isteyecek son kişi de değilim.
Ama Altan niye Ilıcak gibi bırakılmıyor? Bu ayrıcalığı neye borçlu?
Şu ana dek ‘ağzını tutmaması’ dışında bir sebep bulamadım. Ilıcak’tan orada ayrılıyor.
Cezaevi kapısının önünde başladı konuşmaya, bir daha da susmadı. Bağlasan durmuyor. Ne yattığı üç küsur yıldan ders alıp akıllanmış, ne de ‘aklını başına al’ uyarılarından anlıyor.
Savcı itiraz ettiğinde çenesini kapatsaydı, yine tutuklanır mıydı?
Reşitpaşa Yokuşu’nun mottosu ‘nefes açar zinde tutar’dı. Ama o yokuşta bile Yıldıray Oğur’la altından kalkamadık bu ‘ifritten sual’in. Siz ne dersiniz?
Akif Beki ve Yıldıray Oğur ile 'Reşitpaşa Yokuşu'nu izlemek için: