Sufi edebiyatının da malzemesidir taş, bina, mülk, arazi, beka, ticaret, nakit...
Fakat müteahhit sanatçıların elinde bambaşka bir inşaatın malzemesine dönüşürler.
Tekke şairiyle çökme edebiyatçısı, aynı yapı taşlarıyla apayrı dünyalar inşa eder.
Niyazi Mısri Divanı'ndan şu dörtlük mesela:
"Bir ticaret yapmadım, nakdi ömür oldu heba/Yola geldim, lakin göçmüş cümle kervan bihaber/Ağlayıp nalan edip düştüm yola tenha, garip/Dide giryan, sine biryan, akıl hayran bihaber".
Yapılamayan ticaretin, heba olan nakdin, kervanı kaçırma ve geride kalmanın acısıyla yana yakıla, şaşkın bir şekilde tenha yollara düşmekten bugün ne anlaşılırdı?
Günümüz 'çökme" edebiyatı ışığında getirilebilecek yorumları düşünelim.
Maneviyatçı müteahhit kuşağının aklına ilk neyi çağrıştırır?
Dünya hayatının geçiciliğini, ömür sermayesini boşa harcamanın ve yanına kalmayacak fani çıkarlar peşinde koşmanın son pişmanlığını mı?
Yoksa 'tenha' sözü, henüz imara açılmamış, arsaya çevrilmemiş orman arazisi ve rant kapısı lügatini mi ilham eder?
Yahut şu dörtlük mesela...
"Her gün bir taşı, binayı ömrümün düştü yere/Can yatar gafil, gönül oldu viran bihaber/Dil bekası, Hak fenası istedi mülkü tenim/Bir devasız derde düştüm, ah ki Lokman bihaber".
'Ömür binamın her gün bir taşı düşüyor. Gönül ten mülkümün bekasını, Hakk ise ölümünü istiyor. Yıkık harabelere dönüyorum her geçen gün, Lokman bile deva bulamıyor bu derde' diye mi anlaşılır?
Yoksa bu mecazi inşaat ve emlak terminolojisinden yıkılacak gecekonduların yerine gökdelenler çıkma, kentsel dönüşüm projeleri kovalama, maddiyatına maddiyat katma mesajı mı alınır?
Sedat Peker'in ifşalarıyla 'çökme' edebiyatı, yükselişe geçti.
Dün Mübariz Gurbanoğlu, Yalıkavak Marina için "Benim malıma çöküldü' diyordu.
Paramount Hotel'e kaç tur çöküldüğü de dilden dile anlatılıyor.
Her çöküşte adı değiştiği için, neredeyse 6 ayda bir tabelası yenileniyor otelin. Son adını öğrenmeden yenisi konuyor. Sanki çökme erlerinin, üstlerinden acemiliği atma yeri. İdman niyetine, çökme talimi yapar gibi, bir o bir bu çöküyor.
Zaten usta işi çökülse bir kerede biter, tapusu başarılı bir operasyonla el değiştirir, konu kapanır giderdi.
Neredeyse tek başına, çökmenin sembolü oldu bu Bodrum oteli. Hikayesi, destan gibi dilden dile dolaşıyor.
Yunan trajedileri kadar karmaşık bir destan yalnız. Kim kime çöktü, ilk çöken kimdi, sonra kim ona, en son kimin elinde kaldı, çökme zincirinin halkaları arasında nasıl bir münasebet var...Mitoloji çözümlemesi gibi uzmanlık gerektiren bir alan.
Ama çökme sanatı, yerinde saymıyor. Ciddi ilerlemeler kaydettiğini söylemezsek olmaz.
Roma İmparatoru Çılgın Caligula, tarihin en acımasız çökücülerinin başında anılır.
Saray yavrusu bir ahırda yaşattığı atını senatör yapmak dışında, iki fantazisi daha olduğu rivayet edilir.
Biri, kellik kompleksi yüzünden kendisine üstten bakmayı yasaklaması ve ahaliye saç kazıtmayı ya da kısa tıraşı emretmesi...
Diğeri ise savurganlığına hazine dayanmadığı için çılgınlıklarını, zengin yurttaşları öldürtüp servetlerini gaspederek finanse etmesi...
Gözüne kestirip bir bahaneyle öldürttüğü kodamanlardan kiminin, sandığı kadar zengin çıkmamasıyla hayal kırıklıklarına uğradığı da nakledilir.
Abartılı ve gerçekliği tartışmalı da olsa bunlar, halk arasında popülarite yakalayıp sonra gözden düşen Caligula'ya yakıştırılıyor. Sınır tanımaz, zalim, pervasız, alabildiğine bencil, zevkine düşkün ve aklından zoru olan bir tirana dönüştüğü için.
Dedim ya, çökme sanatı yerinde saymıyor, dünden bugüne kendini geliştirdi. Acemi çökücü eğitim sahaları sayesinde çıraklar, artık el çabukluğu disiplininde ustalaşıyor.
Caligula'dan bu yana geçen iki binyılda katedilen mesafeyi şuradan çıkarın; zamane çökücülerinin boşu yok. Değmeyecek malı kimsenin elinden almıyorlar.
Ustasına denk gelen, bu devirde kolunu kaptırıyor ama zavallı Romalılar gibi başını değil. O da çökülenin canına minnet.
Çökme edebiyatı ehline, rahmetli Kazancı Bedih'ten bir ahir ömür feryadı: "Tükendi nakdi ömrüm, dilde sermayem bir ah kaldı..."