Diyarbakır'da tek başlılık sistemine geçilmiş de haberimiz yokmuş. Büyükşehir Belediyesine kayyum atanan Vali Hasan Basri Güzeloğlu, haberi bir fotoğrafla duyurdu.
AK Parti Diyarbakır il ve ilçe başkanlarıyla istişare toplantısına, Vali Bey'in şahsı başkanlık etmiş.
Valilik dururken belediyeye ne gerek vardı zaten. Paralel devlet gibi haşa! İkilik çıkıyordu, ayrılık gayrılık oluyordu. Bu vesileyle yereldeki çift başlılık da sona erdirilmiş oldu.
Vali Güzeloğlu, kayyum başkan olarak belediyeyi HDP'li Selçuk Mızraklı'dan devraldı. Mızraklı, yüzde 63 gibi bir oyla seçilmişti. Şimdi o oyları da temsil ediyor Vali Bey.
Ve milletle inatlaşmamayı, sandıkla kavga etmemeyi, milli iradeyi üstte tutmayı siyasetinin merkezine koyan AK Parti teşkilatına başkanlık ediyor.
Hem belediye, devlet içinde devlet gibi ayrı baş çekmekten kurtarılıyor. Hem de valilikle il başkanlığı fiilen valilik makamında birleştiriliyor. Çifte kavruk, hatta valilikle belediye ve parti başkanlıklarının üçü bir arada!
Halli gereken tek sorun şu: Yüzyıl öncesinden iki örnek duruyor ardımızda.
Biri; çok sesli, çoğulcuydu, Atatürk rahatça eleştiriliyordu diye baş tacı edilen Birinci Meclis.
Diğeri ise 1930’da Diyanet İşleri Başkanı Rifat Börekçi'nin, Atatürk tarafından aynı zamanda CHP Ankara İl Başkanı yapılmasıydı.
AK Parti lafa gelince, birincisini örnek gösteriyor. "İşte böyle olmalı" diye Birinci Meclis'in sert muhafelet barındıran özgürlükçülüğünü övüyor, yüceltiyor, idealize ediyor. İkinci örneği ise tu kaka yeriyor, tek parti rejiminin zulümlerinden sayıp kötülüyor.
Ama ne hikmetse uygulamada aklı hep ikinciyi örnek almaya gidiyor. Kötü örnek emsal alınırmış gibi...
Bu ufak açmazı da halletti mi önü açılır, artık gönül huzuruyla Diyanet Reisi'ne parti il başkanlığını da yakıştırabilirsiniz. Oldu olacak, esirgenmesin o da.
Valiler fiili il başkanı gibi davranmaya başladıktan sonra, ne kaldı ki şunun şurasında!
Doların kaça çıktığını söylemek suç mu?
BDDK, “Finansal piyasalarda manipülasyon ve yanıltıcı işlemler” yönetmeliği hazırladı.
Yürürlüğe giren yönetmelikte kafa karıştıran bir belirsizlik var.
Döviz kuru ve faiz oranlarıyla ilgili yanlış ve yanıltıcı izlenim uyandirabilecek işlemlere aracılık etmek ceza kapsamında. Bunlar manipülasyon ve yanıltıcı işlem sayılacak.
Dövizle faiz gibi finansal araçların fiyatının anormal ve yapay düzeyde tutulmasını sağlayabilecek işlemlere dahil olmak da öyle.
İşlem derken...Finansal sisteme güveni sarsabileceği izlenimi uyandıran bilgi ve söylenti yaymak da. Doğal arz-talep dengesinin bozulmasından adeta yararlanıyor izlenimi doğurmak da.
Yapay ve anormal fiyat oluşturabileceği izlenimi verebilecek yanlış yönlendirmeler de...
“Dolar, şu an Londra merkezli bir küresel finans çetesinin saldırısı altında” deniyor mesela...
Saldırı yokmuş, gerçekmiş gibi bu sanal kurdan alıp satmayı geçtim. Saldırı senaryosunu sorgulamak, aksini ima etmek dahi suç mu olacak?
“Mevcut kur yapay ve anormal, doların gerçek değeri bu değil, manipülasyonla yükseltildi, yanıltıcı” deniyor mesela...
“Dolar psikolojik eşiği aştı, 7 lirayı geçti, şu şu önlemler alınmazsa maazallah sıradaki kritik eşiği devirmeye doğru fırlıyor, kimse tutamaz” gibi analizler, yanıltıcı işlem mi sayılacak?
Spekülatif saldırı mı?
Dikkatlice okudum ama ‘izlenim uyandırmak’, ‘yanlış bilgi ve söylenti yaymak’ gibi muğlak tanımların içinden çıkamadım.
Doların 7 lirayı aştığı bilgisinin yapay, anormal, yanlış ve yanıltıcı söylenti yaymaya sokulmasını önleyecek ayrım nerede?
Kimde nasıl bir izlenim uyandırdığına göre, keyfi yorumla ceza basılmayacağının garantisi var mı?
Alınan bu sınırları muğlak yetkinin kötüye kullanılmayacağının sigortası hani?
“Söyleme bilmesinler doların kaç lira olduğunu, adını ağzına dahi alma” düzenlemesine benziyor. Ben mi yanlış anlıyorum ey ulu ekonomistler?