Sözcü gazetesi, “temizliğe bulunamayan para STK’lara aktarılıyor” diye haber yaptı.
Konu, Milli Eğitim bütçesinden dini vakıf ve derneklere kaynak transferi. 2024’te 6 milyar liraya yaklaşmış. 2025 bütçesinden de kendilerine 7 milyar lira ayrılmış. Herhalde Bakan Tekin’in devam ettireceklerini söylediği şu ‘cemaat-tarikat protokolleri’ kapsamında...
2023 Sayıştay raporundan çıkmıştı, vergilerimizden STK’lara 37 milyar lira kaydırılmış. Hangi STK’lar olduğunu söylemeye gerek yok.
Dışişleri Bakanlığı üzerinden dağıtılan AB fonlarını, her yıl iktidara yakın hangi vakıf ve derneklerin kapıştığı da biliniyor.
Yüzbinlerce avroluk AB hibesinden aslan payını alanlarla başkalarına ‘fondaş’ ve ‘etki ajanı’ çamuru atanlar aynı.
Fakat sorun, buradaki şirretlik ve riyakârlıktan daha derin...
Sağlık, güvenlik, eğitim gibi temel hizmetler için devlete ödediğimiz vergilerin bir kısmı, seçili STK’lara gidiyor.
Temel hizmetlerin hepsinde açığımız var. Artmış da bütçeleri fazla veriyor değil.
Ayrıca toplanan vergiler fazla geliyor, harcanacak yer bulunamıyorsa yapılacak şey, vatandaşın vergi yükünü azaltmak olur.
Oysa... Bir yandan vergilere zam bindirilirken diğer yandan sayılı, seçili STK’nın alacağı pay da artırılıyor.
STK, gönüllü bağışlarla faaliyet gösterir. Bunların adı STK ama gözleri, kamu kaynaklarında. Sivil toplum kuruluşundan çok devlet toplum kuruluşuna benzemeyi dert etmiyorlar.
İktidarın istediği de zaten güdümlü, göbekten kendisine bağlı STK’lar.
Gelelim çatlak zurnanın zırt, dediği yere...
Milli iradenin seçtiği CHP’li belediyeler; salgında halka ekmek dağıtır, depremde yardım götürür, görevli yokluğunda okulları temizlerse paralel devletçilik oluyor, derhal engelleniyor da...
Kamu hizmetlerinde kullanılacak vergiler, güdümlü STK’lara aktarılıp bazı sosyal hizmetlerin devlet yerine onlardan bilinmesi sağlanınca niye paralel devlet tehlikesi baş göstermiyor?
Meselâ devletin memur öğretmen ve yurt açığını kapatacağına, o kaynağı görevle birlikte STK’lara devretmek, parasını verip boşluğu onlara doldurtmak neyle izah edilebilir?
BAHÇELİ AÇILIMI
Meclis’in açılış oturumu ve resepsiyonuna, ‘Bahçeli açılımı’ damga vurdu.
Açılışta DEM Parti grubuyla tokalaştı.
Bırakın DEM’le herhangi bir açılıma şiddetle karşı olmasını, hemen kapatılmasını istediği sanılıyordu.
Tokalaşması resepsiyonda sorulunca da “barışı sağlamak lâzım” diye açıkladı.
Yine, Bahçeli siyasette normalleşme karşıtı zannediliyordu. MHP liderinin, CHP lideriyle diyalogu ise normalleşmeyi ayrı bir seviyeye taşıdı.
Bahçeli, Özgür Özel’e en özel sırrını resepsiyon karşılaşmalarında veriverdi. “Birbirimizi kırmıyoruz inşallah, üzülme bazen siyaseten söylememiz gerekenler oluyor, siyasetin gereği” dedi.
Demek ki neymiş...
Siyasetçilerin dolduruşuna gelmeyecekmişsiniz.
Duyduğunuz tüm o düşmanca söylemler, gördüğünüz bütün o hedefe koymalar var ya; işte onlar gerçek değil, siyasetenmiş.
Siyasi karşıtlığı o kadar da ciddiye bindirmeyecekmişsiniz.
MHP, DEM’le barışmayı savunuyor. Kim derdi!
CHP’yi DEM’lenmekle suçlayan hızlı iktidar fedâilerini hatırladım. Ters ayakta ilk yakalanışları değil gerçi. Yine de üzüldüm hâllerine. Milleti birbirine düşmanlığa tahrik edip durdular. Kendilerinden utanmışlar mıdır? Tabii ki hayır. Ut açıcılığı meslek edinmiş arsızda utanma ne arar.
Demek ki neymiş...
Kavgada söylenmeyecek lâflar ettiklerine bakmayacakmışsınız.
Sonra siyasetçiler işi tatlıya bağladıklarında olan size olur, arada kalıp güme gidermişsiniz.