Son konuşmasında, ‘fırsat’ görüşünü tekrarladı Cumhurbaşkanı Erdoğan. Gerçi ecdadın Mecelle kanunu, ‘krizi fırsata çevirmeye çalışma; zararı def etmek, fayda sağlamaktan önce gelir’ diyor...
Ama salgının, dünyayı kasıp kavururken sizi teğet geçeceğine, ucuz atlatacağınıza dair güçlü bir inancınız varsa, fırsata çevirme rizikosunu niye almayasınız ki?
Herkes bitikken siz hızlanmaya başlayabilirseniz, buradan güçlenerek müthiş avantajlı ve kazançlı çıkmaz mısınız?
Kumar değil, matematik. Tabii Bakan Albayrak’ın tespiti doğruysa, bütün dünya içinde koronavirüse en hazırlıklı yakalanan ülke Türkiye ise.
Cumhurbaşkanı, bu inanca dayanarak salgının sonuçlarıyla ilgili şu umudu taşıyor: “2023 hedeflerimizin önündeki engeller kendiliğinden ortadan kalkıyor...”
Hayatı durdurmadan, ekonominin motorlarını soğutmadan bu süreci geçirme planının altında, diğer ülkelerin göremediği işte bu fırsat penceresi var.
Bu küresel şerrin, buyrulduğu üzere, bizim için hayra dönüşebileceğinden şüphem mi var, haşa!
Cansız virüse hareket veren Allah nelere kadir, isterse ne olmaz ki!
Yalnız, ödülü peşin almış gibi sevinmeden önce kulların da üzerlerine düşen fiili duayı yapması kaydıyla.
Haddi aşmak sayılmazsa, bu fakirin de katkı babından acizane bir önerisi olabilir mi?
Süper güçler batarken Türkiye’nin yeni bir süper güç olarak doğacağı öngörüsü, tutabilir pekala.
Bildiğimiz dünyanın sonu geldi, yenisinin eşiğindeyiz, yıldızımızın parlama sancıları bunlar diye, dişimizi de sıkabiliriz, eyvallah!
Fakat bunu, iç siyasette de bir fırsata çevirmeye kalkarsak plan suya düşmez mi? İtişerek, inatlaşarak, birbirimize kulak vermeyerek başarabilir miyiz?
Ne diyordu ecdat; bir elin nesi var, iki elin sesi var.
El elden, akıl akıldan üstün hem. Senin halledemediğini başkası halledebilir, senin düşünemediğini başkası düşünebilir.
Evde gelirsiz kalanlar için yardım kampanyası açmanın, ücretsiz maske dağıtmanın, Atatürk Havalimanını hastane yapmanın ve 65 yaş üstünü sokağa çıkarmamanın iktidardan önce muhalefetin aklına gelebilmesi gibi.
Baştan görüşülse, fikirleri alınsa, süreçlere katılsalar geçmiş ve gelecekte olası gecikmeler önlenmez miydi?
Yine ecdat sözüdür, komşu komşunun külüne muhtaç.
Şehitlere rağmen, Rusya’yla taviz pahasına uzlaşmak, kutuplaşmaya bin kez tercih edilir diye Moskova Mutabakatını alkışlayıp kutlamışız üstelik.
Dayanışma ve birlik beraberlik çağrıları yapılan böyle zamanda, siyasi kutuplaşmaya niye bir nihayet veremiyoruz?
İktidar, uzlaşma karşılığında kendi demokratik muhalefetine de ödün verse, burnundan kıl aldırsa ne kaybeder? Yetmedi mi canımıza?
Bu krizde bir fırsat gören, iktidarı muhalefetiyle tüm Türkiye için görmeli. Korona şerrinden, çıksa çıksa ancak böyle hayır çıkar.
Cumhurbaşkanı’nın bir önce dediğine katılmamak mümkün mü: “Salgınla mücadele günlük siyasetin malzemesi değildir. Böyle günlerde siyasi rant hesabı yapanları maşeri vicdan asla unutmayacaktır.”
Evet, aynı konuşmada AK Partili belediye başkanlarından şunu da istedi, istemedi değil: “Hayırla yad edilmek için bugünleri fırsat bilip, milletimizin gönül kapılarının bize sonuna kadar açılmasını sağlamalıyız.”
Milletin gönlüne girme hakkını muhalefet partilerine de tanıdığı sürece, bu fırsat değerlendirmesinde de sorun yok.
Şuna mı takıldınız, “Dayanışma yerine ayrışma peşinde koşan, kendilerini devletin dışında ve üstünde görenler” diye muhalefeti suçlamasına mı?
Cumhurbaşkanı, koronayla mücadele toplantısına sadece AK Partili belediye başkanlarını çağırmasa, bunları söylerken orada muhalefet belediyeleri de hazır bulunsa yine dert değil.
Karantinadaki 30 büyükşehirden İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana başta olmak üzere, 11’i CHP yönetiminde.
Oraya İmamoğlu, Yavaş, Soyer, Karalar ve diğerleri de çağrılsa ama dışlanmadıkları halde gelmeselerdi...Cumhurbaşkanı’nın, AK Partili başkanlarla toplanıp ayrıştıranlardan, kendini devletin dışında görenlerden şikayet etmesine kim hak vermezdi?
Sesle görüntü tutmuyor, sözle icraat. Fırsat çok da senkron tutturalamadığı için kaçırılırsa yazık.
Anlayanlar, anlamayanlara anlatsın lütfen.
İnfaz indiriminde uzayan kör bıçak
Karantina sayesinde tekrar izlediklerimden Esaretin Bedeli filminde geçiyor. Unutulmaz bir cezaevi sahnesi...
O gece içine, kader mahkumu arkadaşının intihara kalkışacağı korkusu saplanmıştır. Morgan Freeman karakterinin gözüne uyku girmez. Hücresinde otururken aklından şu cümlenin geçtiği duyulur: Hapishanede geceler, bir bıçak gibi uzar insanın içinde...
Dün Meclis’te görüşmeleri başlayan infaz indirimi paketi de eminim öyle uzuyordur mahpus ve dışardaki yakınlarının kalbinde.
Prof. Adem Sözüer’le Prof. İzzet Özgenç’i takip ediyor musunuz? Yürürlükteki TCK’nın mimarlarından.
İkisi de düzenlemenin kıstasları ve kimleri tutup kimleri bırakacağıyla ilgili ciddi endişeli. Eşitsizlik ve ayrımcılık yapılmaması için uyarıp duruyorlar.
Hatta Sözüer dün, “Adalet Komisyonu’ndan geçen haliyle Anayasa Mahkemesi’nden dönmesi muhakkak” bile dedi.
Kulak veren nerede!
Kapsam dışı tutulacakları söylenmişti. Ama çocuk stismarcısı, tecavüzcü, uyuşturucu baronu ve katiller de yararlanabilecekmiş. Fikir suçlarını da kapsayan terörle mücadele suçları hariç.
Karmakarışık metinden anladıkları kadarıyla hocalar söylüyor.
10 kişilik koğuşlarda iki katından fazla nüfus. Yer açılacak, 300 bin sakinden 90 bininin boşaltılması gerek, bulaşıcı hastalık tehlikesi var...
Tutuklu yargılananları bırakmak istemeyince, aynı suçtan mahkum olanlara tahliye kapısı açılıyor.
Siyasi mahpusları salmamak için; önce kapalıdan açığa, ordan da ev iznine çıkarmak suretiyle sapıkların, adi suç çetelerinin sokağa salınması sağlanıyor.
İnfaz indirimi, şartlı tahliye ve ev izni, yalnızca zaten tutuksuz yargılanması gereken tutuklularla siyasi suçlulara işlemeyecek. Allem kallem, ne yapıp ne edip zorlayarak...
Azılı mahkumlardan boşaltma hazırlığı yapılırken, ‘asılsız ve provokatif paylaşım’ diye Twitter’dan toplananlarla hapisleri doldurma çalışmaları da devam ediyor bir yandan.
Bindik bir alamete, hadi hayırlısı diyelim.