Prof. Semih Çelenk, Can Yücel’in yazmadığı ama İnternette onunmuş gibi paylaşılan şiirleri ayıklamaya uğraşıyor yıllardır. Liste, en son 50 şiire ulaştı. Şairin ölüm yıldönümü münasebetiyle birkaç gündür tekrar gündemde.
Güler Yücel de galatımeşhura dönen bu yanlışların yayılmasını, eşinin şiir mirasını kirleten maksatlı bir bulandırma kampanyasına bağlıyor. Ve sevenlerini, bu saygısızlığa istemeden katılmamak için şairi kitaplarından okumaya çağırıyor.
Dili, tarzı ve anlayışıyla bağdaşmayan yanıltıcı yamamalardan Can Yücel şiirini koruma duyarlılığı, yerden göğe haklı. Bir şairin başına gelebilecek en büyük talihsizlik...
Hilaf yok; en az bir metinde böyle gafil avlanmışlığım var benim de. Hatırasını, ‘doğru bilinen yanlışlar’ listesindeki bir şiiriyle andığı için Ayşegül Aldinç ayıplanıyordu sosyal medyada. Oysa kaçımız, yanılgı eseri bu ayıba ortak olmadı ki...
Fakat adına açılmış siteden aldığım şu ‘Bayramlık’ şiiri, ironisi ve hınzırlığıyla onun olmalı: “Koyunlar keçiler ve koçlar için/ Ne kadar bayramsa Kurban Bayramı/Bu barış var ya, bu barış/ Cephedekiler için o kadar barış”.
Diyanet’in “Allah’a yakınlaşma ve muhabbetimizi pekiştirme vesilesi” diye hutbe verdiği, “Kurbanını paylaş kardeşinle yakınlaş” sloganıyla bağış topladığı Kurban, bu bayram da bütün kesimleri yakınlaştırmaya vesile olamadı ya...
Neden bu dörtlük, hayvan hakları adına kurbana karşı gelenlerin dikkatini o sahte Bayram Şiiri kadar çekmedi, anlamış değilim.
Bir yanda kötü muamele, eziyet ve vahşet örneği usulsüz kesimlere tepkiyi aşan; kesenleri toptan ‘ilkellik’, kesimi de ‘cinayet’le bir tutanlar...
Diğer yanda bu tepkileri, hayvanseverlikten öte din ve ibadet karalaması, kategorik düşmanlık ve nefretin dışavurumu olarak görenler...
Fakat bu kutuplaşmanın dışında, sürpriz bir yakınlaşma da aynı vesileyle uç vermeye başladı, karamsarlığa düşmeyin.
Star yazarı AK Partili Resul Tosun’la Şehvetiye Tarikatı’nı yazan gazeteci İsmail Saymaz arasında yeşeren uzlaşmadan bahsediyorum.
Tosun, kurban vesilesiyle dün ikinci “Cemaatler denetlenmeli” yazısını da yayınladı.
Özetle diyor ki; “Ancak kendi aralarında ihtilaf doğunca yahut da şeyh kılıklı sahtekarların ahlaksızlıkları gün yüzüne çıkınca ya da birileri zarar görünce dinin nasıl istismar edildiği gündeme geliyor.
Yasaklar, bu cemaatleri bitirmediğine göre...Hayır adı altında topladıkları muazzam bağışların nereye, nasıl harcandığının yanında...Bunların, denetime tabi tutulması gereken en önemli yönleri fikri yapılarıdır. Sahih İslam’a uygun mu, değil mi; bunun kontrol edilmesi şart.
Önce bu tarikat ve cemaatler üzerindeki kanuni yasak kaldırılmalı ve varlıkları resmen kabul edilmeli. Gizli yapılanma ve faaliyetlerine izin verilmemeli.
Sonra da bunları kontrol edecek, bağımsız yetkin ilahiyatçılardan bir anayasal kurul oluşturulmalıdır.
Bu otorite; cemaat liderliği, tarikat şeyhliği ve idaresi gibi konularda denetim yapmalı, itikadi sapmaları ikaz etmelidir...”
Saymaz da, kitabında aynı gerekçelerle benzer bir çözüm öneriyor.
Sapkın ve dolandırıcı şebekeleriyle polisiye mücadeleyi ayrı tutmak kaydıyla...İkisi de tekke ve zaviye yasağını kaldırmayı ve yasal statü tanımayı teklif ediyor.
Tarikatları yeraltına itecek yasaklamalara ben de karşıyım. Legal statü kazandırıp amaç ve faaliyetlerini denetlemeye de taraftarım. Ama inanç ve itikat teftişi derseniz, orada durun!
Kaçtır söylüyorum, suça bulaşmadıkça inanç ve itikat denetimi, din üzerinde devlet tekeli kurulmasıyla sonuçlanır. Devlete, resmi bir din anlayışına uymayanları aforoz hak ve yetkisi vermeyi sakıncalı buluyorum.
Yine de denetim modellerini tartışmak, din sömürüsünün üstünü örtmekten evla mıdır? Bin kat evla.