Sırrı Süreyya Önder, 2013’te Radikal’de “Karatay hipnozu ve sorulmayan sorular” başlığıyla yazmıştı.
Bence de zurnanın zırt dediği yer orası.
Polis, bir yüksek bürokrat emeklisine son anda ‘sakın ha para göndermeyin, sizi dolandırıyorlar’ dediğinde...Bürokratın inanmayıp havaleye devam görüntüleri çıkmıştı.
“Dolandırıcılar yüksek bürokrata, ‘biz polisiz’ diyerek engel olmaya çalışanlara kanmamasını söylemişler. E peki dolandırıcının bu kendinden eminliği sosyolojik bir gerçekliğe dayanmıyorsa nedir?”
Prof. Canan Karatay “Hipnotize olmuş gibi aklım durdu, nasıl oyuna geldiğimi anlamadım” diye dövünüyordu. Şansı varmış, tesadüfen enselendi failler, parası kurtarıldı.
Hoca’yı, “Hesaplarınızı terör örgütü ele geçirdi” diye, devletin karşı operasyonuna yardıma çağırarak kandırmış dolandırıcılar. Yardım etmezse nasıl görünür?
7 yıl sonra, Taha Akyol’la oğlu Ertuğrul Akyol’a da oradan yanaştılar.
Taktik aynı, çete aynı, sadece operasyonun kod adı değişiyor. Dün KCK’ydı, bugün FETÖ.
Neyse ki bu kez yanlış kişiye çattılar. Taha Akyol dolandırıcıları yakalattı. Oğlunun sahte polise kaptırdığı parayı da gerçek polis, kursaklarından söke söke aldı.
Ama Sırrı Süreyya’nın sorusu, bütün dehşetiyle duruyor meydanda.
Yüksek bürokratı da namlı profesörü de düşebiliyor. Bu klasik üçkağıdı nasıl oluyor da yıllardır yutturabiliyorlar? Uydurdukları savcı-polis senaryosu, neden olabilirmiş gibi inandırıcı geliyor kurbanlara?
Tabii ki yargıya güvensizlikten, başka neden olacak!
KONDA araştırmasında dibe vurduğu ortaya çıkmamış mıydı? Çoğunluk, haksızlığa uğrarsa yargının kendisini koruyacağına güvenmediğini söylemiyor muydu? Bu haksızlığın, devlet yetkisini kötüye kullananlardan gelebileceğini düşünenler, ezici bir çoğunluğa ulaşmıyor muydu?
Kendine savcı-polis süsü vermiş sahtekarların ağına kolayca düşülüyorsa ondan işte.
“Sen haklılığını anlatıp temize çıkana kadar başına gelmedik kalmaz” korkusundan yakalıyorlar kurbanlarını.
Haksız yere ve göz göre göre içerde yatanların varlığıyla büyüyen bir korku!
Dolandırıcıların tek yaptığı, bu korkuyu sömürmek. Toplumdaki yaygın adaletsizlik ve ‘istediğin kadar haklı ol, kimse kurtaramaz seni’ duygusunu istismar ediyorlar.
En başta iktidar ve destekçileri, bu korku tuzağındaki paylarının sorumluluğu ve utancıyla yüzleşmeliyken...Bakıyorsunuz, işin dalgasındalar.
“Gülme, senin de başına gelir” gibi maskaralıklar karalıyorlar borazan medyada.
Hele sevmedikleri, iktidarı eleştiren biri hedef seçilmişse arkasından teneke çalmaya bayılıyorlar.
Pompaladıkları korkuyla savundukları hukuksuzluklar sayesinde, dolandırıcılık tezgahları kurulur olmuş. Bundan bile kendine haklılık payesi çıkarabilene pes!
Bunların korkuttuklarını onlar yardım etme ayağıyla işletip soyuyor. “Ortak mısınız” diyesi geliyor insanın. Ne övünç, ne şeref ama! Yuh!
ADALETSİZLİĞE DEĞİL ADALET BAKANI'NA KARŞILAR
Bir kısım siyasetçi ve medyanın, hukuku sadece iktidar mücadelesinin bir aleti gibi gördüğünü, ne zaman cevvalleştiklerinden de anlarsınız.
Adana’da, trafik kontrolüne alkollü yakalanıp rezalet çıkaran hakim, tedbiren Van’a atanmış misal. Organize olmuş gibi, sosyali ve konvansiyoneliyle medyada ayağa kalkan ateşli iktidar taraftarlarına bakın!
Gelecek Partili Taha Ün, mağduru olduğu bir hakaret tivitinden şafak baskınıyla kelepçelenip alınmıştı. Evinden ve mahkeme kararıyla. Üstelik yıllar sonra ve tiviti atan hala kayıpken...
İktidar taraftarlarından, “HSK niye bu skandal kararın sorumluları hakkında işlem yapmıyor” demeyenlere daha yakından bakın!
Onları, iç iktidar kavgası veren AK Parti içi bir hiziple ilişkilendirildikleri kampanyalardan tanıyacaksınız.
Tepkileri, izah edilemeyecek kadar orantısız, tutarsız ve koordineli.
Çünkü isyanları adaletsizliğe değil, diş geçiremedikleri Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e.
Adalete, topluma, insanlara ne olduğu umurlarında değil. Hedefleri korksun, sinsin, yıpransın onlara yeter!