Gerçi Cumhurbaşkanı Erdoğan, 24 Haziran sonrası için vaat etmişti. Ama mücadele, seçimin kazanılmasını beklemeden başladı.
Türkiye Yayıncılar Birliği ve bazı yayınevlerinden dün duyulan feveran sesleri, mücadelenin muhataplarını da suçüstü ele verdi, açığa çıktılar.
El değiştirdi ya yakınlarda bir kitap mağazaları zinciri...Zararlı kitapları bugünden mücadele kapsamına aldığı söyleniyor.
Kapısından sokulmayan kitaplarla göz önündeki raflardan depolara kaldırılanların bilgileri, “D&R’da sansür” çarpıtmasıyla sunuluyordu dün.
Güya rahatsız eden, zülfüyare dokunan, yaramazlık peşindeki muzır kalemleri raflarda artık göstermemekle kalmayacaklarmış.
‘Yeni çıkanlar’a koymaktı, vitrinde sergilemekti, ‘çok satanlar’da parlatmaktı şöyle dursun...Bulundurup satmayı külliyen reddetme kararı almışlar.
Kökten çözülmüş, nesini beğenmiyor yakınanlar?
Satılmasıyla, yeni patronajıyla filan ne alaka...Demiyorlar ki geç bile kaldı mücadeleye katılmakta.
İlla Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ’ın, yasakçı zihniyetle mücadelenin muhatabı olarak muhalefeti göstermesini mi beklemeliydiler?
Daha iktidara gelmeden, muhalefetteyken bile medyayı susturmaya kalkıştıklarını ifşa etmese Bozdağ, bu zincir harekete geçmeyecek miydi?
İktidardakiler yasakçılıkla mücadele vaat edince, yayıncılar da Temel Karamollaoğlu gibi yanlış anlamış, iktidar kendinden şikayet ediyor sanmış olmalılar.
İcraat makamında iktidarın oturmadığı bir alan oysa bu, eline kalemi geçiren yazıyor. Sorumlu tutulmayacaklar mıydı?
Ama yok, yazana değil fiilen yasaklayana bakıyor yayıncılar.
Bir kitap mağazası, yalan yanlış yazılanları kara listeye aldı diye gürültü koparmıyorlar mı bir de?
Bozdağ’a bağlı TRT kadar bile samimi ve dürüst değiller.
Erdoğan’ın o meşhur “Fikrine güvenen, fikir hürriyetinden korkmaz” sözünü ilke edindiği için, cumhurbaşkanlığı adayları arasında ayrım yapıyor mu hiç TRT?
Ekranını hepsine açmayıp, Erdoğan’ın dediklerini verirken rakipleri İnce’nin, Akşener’in, Karamollaoğlu ve Demirtaş’ın cevaplarını yayına vermemezlik ediyor mu?
Sadece mesela Erdoğan Beştepe’de, devlet protokolü iftarında konuşuyor diyelim. Orada, seçimlerden bahisle güçlü Türkiye vaadi için ekip çalışmasından söz ettiğinde... Bir cumhurbaşkanı adayının seçmene siyasi propagandası değil de bir Cumhurbaşkanı’nın devlet erkanına seslenişi olarak yorumluyor.
Yoksa adayları birbirinden ayırmıyor. Ne fark gözetmesi, ne kayırması, ayrımcılık da nereden çıktı...
***
Hatta hatta, bu kitapçı yasakçılıkla mücadelede 18 yıl kadar gecikmeseydi Nasuhi Güngör rezaleti de yaşanmayacaktı.
Milli Görüş’ten koparak AK Parti’ye dönüşen Yenilikçi Hareketi karalamak için o kitabı yine çiziktirse... Erbakan’a yaranmak üzere AK Parti’ye Siyonist proje, Amerikan uşağı, emperyalizmin maşası, Haçlı oyunu, FETÖ fitnesi ve benzeri yakıştırmalar yapsa bile...Okurla buluşmayacaktı.
Muharrem İnce onları Erdoğan’a karşı kullanamayacak, Güngör de Türk mizahını krize sokacak bir saçmalıkla tükürdüğünü yalamayacaktı. Ve karikatürcülerin bile zorda kalıp yarışmakta acze düşeceği, çizilmiş en hınzır karikatürden bile daha gülünç bir maskaralığa imza atmayacaktı.
Öyleyse buyrun...
Tabi olalım hazır önümüzdeki sözcüyle kitapçıya, onlar versin mücadelesini, biz çıkalım kerevetine.