Aşıkları yar, bülbülü har yani diken ağlatır. Böyle diyor Kürdi makamındaki Rumeli türküsü.
Zorla evlendirilen, gönlü başkasında kalmış Selanik kızları, altın kafesteki bülbüle benzetiliyor.
“Bülbülüm altın kafeste, ötüyor aheste aheste” diye başlar.
Bülbülyuvası deyince de akla Anadolu mutfağından leziz bir hamur tatlısı gelir. Bülbül yuvası gibi şeklen yuvarlaktır, ortası çukur.
Türkiye, haritada bir kısrak başı gibi görünse de giderek tatsız bir bülbül yuvasına dönüşüyor.
Karanlık çukurlarında yuva yapan kriminal bülbüller, ötebilecekleri el kafeslerine kanat çırpıyor bir bir. Yerli kafesten uçuruluyorlar.
Niye burada ötmeleri istenmiyor? Rıza Zarrab’ın, Sezgin Baran Korkmaz’ın ABD’de öttürülmesi daha mı iyi?
Fatih Altaylı Habertürk’te, SBK’nın kendisini bir Avusturya numarasından aradığını yazmıştı. Soruyor: Ciddiyse Türkiye neden o gün harekete geçmedi de ABD’nin yakalatmasını, iadesini istemesini bekledi?
Bu bile eksik soru aslında.
Çünkü Türkiye’nin iade talebi hala Avusturya makamlarına ve SBK’nın Viyana’daki mahkeme dosyasına ulaşmış değil.
Daha fenası, SBK için aylar önce kırmızı bülten çıkardığımız yazıyor. Ama o da şüpheli.
Öyle olsa...
İsmail Saymaz, avukatıyla konuşup SBK’dan sorularına aldığı yazılı cevapları şu notla kayda geçirmezdi:
“SBK, ABD’nin nisanda hakkında açtığı davadan haberi olmadığı için Avusturya’da bir SPA otelinde yakalandı.”
Yani ABD tarafından arandığını bilse daha tedbirli davranır yakalanmazdı.
Demek ki SBK’nın kaçaklığında Türkiye’den yana bir korkusu yoktu.
Hatta Cüneyt Özdemir, ocakta Kongo’ya gidip yakalandığı ama Türkiye büyükelçisinin girişimiyle serbest bırakıldığı iddiasını gündeme getirmişti. Açıp büyükelçiliğe ve Dışişleri’ne defalarca sormuş da. Aylar geçti cevap yok. Yalanlanmadı bile.
Güya peşine düşen, yakalatmak için her yerde fellik fellik arayan Türkiye’den yana o kadar rahatmış ki SBK...Korunuyor ama geri gelip kafese girmesi de asla istenmiyormuş gibi.
17 Mayıs’taki ilk duruşmasında avukatı, hakkındaki yakalama emri kaldırılırsa SBK’nın gelip ifade vermek istediğini söyledi. Mahkeme, cevaben yakalamayı gıyabi tutuklamaya çevirdi.
Bir de hikaye uyduruldu. İsmail Saymaz’ın Halk TV’de Veyis Ateş’le yayınına bağlanınca konumu deşifre olmuş da o endişeyle yer değiştirip Avusturya’ya geçmiş gibi.
Oysa Altaylı’yı Avusturya numarasından araması çok daha önce. Veyis Ateş’i konuşmaya zorlayan da Altaylı’nın o aramayı ifşa etmesiydi.
Son durum şu: Avukatları, Avusturya’dan isteyelim diye Türkiye’de mahkemeye başvuruyor. SBK, tutukevinden İsmail Saymaz’a yolladığı cevaplarda Türkiye’ye dönmek ve burada yargılanmak istediği mesajı veriyor.
Fakat 6 aydır kırmızı bültenle aradığımızı sandığımız halde, iade talebi dosyamız hala ortada yok.
Bülbülyuvası tatlısında, ortadaki çukur Antep fıstığıyla dolduruluyordu. Tadına vara vara afiyetle yensin diye.
Kuş, üstünden uçurulduğunda yuvasına geri dönmesi engelleniyor. Çukurdaki fıstığa çöküldüğünden değilse neden? Deve edilen fıstıklarla ilgili hak iddia edemesin diye değilse niye?
Kışkışlanıp kaçırtılan bülbülün yaban ellerde altın kafeslere düşüp aheste aheste ötmesi dahi göze alınıyor. Ne uğruna?
225 yıl hapsi ABD savcısından kulağıyla duyduğunda, kim bülbül gibi ötmez!
Nasıl olsa dış güç operasyonu diye etkisizleştirme imkanı mı var; ‘millet şerbetli, alıştırdık’ rahatlığından mı!
Ama millet, ‘dış işgalcilerin çanakçısı iç işgalci’ mavalları okuyanların, memleketi çökülecek ganimet gibi gören iç fetihçi yüzlerine de uyandı artık.
Çok üst üste geldi çünkü...
Divan edebiyatında, ölçü ve kafiyesi benzetilerek en çok nazire yazılan şiirlerden biri Rasih’in meşhur gazelidir.
Hani “Hem mey içmez hem güzel sevmez demişler şanına/Eylemişler Rasih’e bühtan bühtan üstüne” beytiyle biten gazel.
İkinci dizeler: “Olamaz bir hanede mihman mihman üstüne”, “Lütfu var olsun, eder ihsan ihsan üstüne”, “Dehr gösterdi bize hicran hicran üstüne”...
Misafir misafir üstüne olamıyor, ihsan ihsan üstüne pek iyi gidiyor, ayrılık acısı ayrılık üstüne çekilmiyor.
Takliden yazılan nazirelerden biri de der ki:
“Etmişiz canan ile peyman peyman üstüne / Sevmeyiz dünyada biz canan canan üstüne”.
Canan canan üstüne sevilmez, buna yemin yemin üstüne de edilir.
Şehir hatları vapurunda yolcuların istif edilmesini, hezel tarzında hicveden alaycı bir nazire ise uyarır:
“Doldurup parmaklığa insan insan üstüne / Pir ü berna bağrışır efgan efgan üstüne”.
Doldurursanız insan insan üstüne, genci yaşlısı koparır feryat feryat üstüne.
Dolayısıyla sen sen ol, bülbülleri el kafesine tıkış tıkış da doldurtma.
Nasıl ki olamaz bir devlette maaş maaş üstüne...Bir kafeste bülbül bülbül üstüne de, bir ganimette çökme çökme üstüne de öyle olamaz.
İnanmazsanız Erkan Oğur’dan dinleyin: “Bülbülüm altın kafeste...”