Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit’i duydunuz mu?
‘Huzur ve istikrar adası’ ülkemizdeki ‘şüpheli vatandaş’ rakamları yine patlamış, oflaya puflaya adliye tavanlarına vuruyor.
Peki memlekette bir suç patlaması yaşanmasından mı kaynaklanıyor, hayır.
Bizzat Başkan’ın açıkladığı rakamlara bakın...
“2016 yılı istatistiklerine göre 80 milyonluk ülkemizde yaklaşık 6 milyon 900 bine yakın şüpheli var...”
Yani nüfusa oranladığımızda aşağı yukarı yüzde 8’imiz şüpheli sıfatıyla savcılığa çekilmiş.
Ancak ne kadarımız oradan bir hakim önüne sevk edilmiş, ne kadarımız öbür kapıdan salınmış derseniz...
Hakkında soruşturma yürütülenlerden 2 milyon 900 bin küsuru, yani yarıdan fazlası direkt savcılıktan temize ayrılmış. Kovuşturmaya yer yok denmiş.
Demek ki elle tutulur, kovuşturmaya değer yeterli somut kanıt yokken, hatta bırakın kuvvetlisini makul suç şüphesi dahi olmadan soruşturmaya uğramış bunlar.
Daha fenası ne mi?
Toplam şüpheli sayısının ancak 2 buçuk milyonu yani yarıdan daha azı hakkında kovuşturma kararı alınmış ve yargılanmalarına başlanmış.
Ancak bunların da 800 bin kadarı hakkında yetkisizlik, görevsizlik ve değişik gerekçelerle işlem yapılmamasına hükmedilmiş.
Yargılanan bu 2 buçuk milyon kişinin ise sadece yaklaşık 1 milyonuna ceza kesilmiş.
Geriye kalanlara atılan suçlar ya ceza gerektirir nitelikte görülmemiş. Ya da atılı suçları işlemedikleri kanaatine varılmış, beraatle ve suçlamalardan aklanmalarıyla sonuçlanmış.
E yani...
Takribi 7 milyon şüpheli nerede, küçük para cezasına çarptırılanlar dahil bir milyon mahkumiyet nerede. Bu açıklanabilir bir sapma mı, izahı olan bir isabetsizlik oranı mı?
SİYASİ HESAPLARI MAHKEMEDE GÖRMENİN PAYI
Düşünün; polis enine boyuna soruşturup savcıya havale etmiş, savcı toplanan delillere etraflıca bakıp dava açılmasını talep etmiş, hakim hazırlanan iddianameyi tatmin edici bulup savcının başvurusunu kabul etmiş.
Ama tuttura tuttura 7’de birini tutturmuşlar, diğerlerinde hepsi sırayla ıskalamış.
Yargıtay’ın tepe ismine göre ise adaletin tecellisinin önündeki en büyük sorun, adliye kapılarındaki yığılma.
Mahkeme kalemleri, ağzına kadar tıka basa dolu ve yargı makamları dosyaların hepsine zamanında yetişme göreviyle baş edemiyor.
Ama geciken adalet de adalet değil işte. Arada haksız yere süründürülenler, polis takibinde şüpheli damgası vurularak mağdur edilenler, medyada suçlu ilan edilen yargısız infaz kurbanları da cabası...
Sorumluluğu ‘yargının ağır iş yükü’ne atıyor Yargıtay Başkanı.
Başkan’ın tespiti haklı ama eksik.
Evet, “Ülkemizde tüm uyuşmazlıklar yargı yoluyla çözülmek istendiği için” yargının yükü ağır.
Ama mahkemelere taşınan bu anlaşmazlıklar arasında siyasi ihtilaf ve hesaplaşmalar da yer aldığı için değil mi aynı zamanda?
‘Suçu kesinleşmedikçe herkes masumdur’ ilkesi kaldırılıp, yerine ‘Suçsuzluğu kanıtlanmadıkça herkes şüphelidir’ anlayışı konduğu için de değil mi?
Başlarda Kırmızı Kitap’tan çıkarmakla övünülen ‘iç düşman’ ve ‘hain’ tanımları geri geldiği için de...
Kalemle silahı, muhalifle haini, eleştirenle ajan-provokatörü, siyasi karşıtla düşmanı bir tutan eskinin alışkanlıkları nüksettiği için de değil mi?