Ülkedeki kötü gidişatın sorumlusu CHP'deki taciz ve tecavüzlerdi. Halkın gerçek gündemi bunlardı. Ama üstünü örtmek için ülke kötü yönetiliyormuş gibi gösteriyorlardı. Gerçekte Bay Kemal, çok kötü yönetiyordu.
Derken CHP'nin yanına konacak bir kötü yönetici daha bulundu: Bankalar!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Ocak'ta, DEİK heyetine açıkladı.
"Şu an karşımda ağırlık yatırımcılarımız var, birçoğunuzun faiz yükü altında ezildiğinizi biliyorum. Bu bankaların sizi nasıl sömürdüğünü biliyorum" diyerek başladı.
"Bankalarımız ne kadar kâr etmiş bunu konuşuyor. Sen ne kadar yatırımcı kazandırdın bunu söylesene" diye de devam etti.
Hemen öncesinde ise Türk lirasının, yüksek faiz sayesinde dolar ve avroya karşı yüzde 10-12 değer kazandığını anlatıyordu. Sadece merkezi borç stokumuzu bile 150 milyar lira azaltmıştı bu.
Kur istikrarı sağlanmadan enflasyonla mücadelenin başarılamayacağını da kabul ediyordu, Cumhurbaşkanı.
Sonrasında ise kuru patlatan yanlış faiz-enflasyon teorisinin doğruluğunda ısrar ediyordu. Faizi düşürmeden enflasyonun düşmeyeceğini yine savunuyordu.
Sanki bütün uyarılara rağmen inatla denenmemiş, o yanlışın bedeli ağır ödenmemiş, Merkez'in 130 milyar dolarlık rezervleri bu uğurda yakılmamış, kurdaki artış dış borcumuzu bir trilyon lira yükseltmemiş ve ancak bu inattan sert dönülerek kur istikrarı sağlanmamış, yüksek faize de bu yüzden mecbur kalınmamış gibi...
Cumhurbaşkanı, "Yüksek faize karşı olduğumu söylemek boşuna değil. Bütün bunları bu işi yaşayarak söyleyen birisiyim" diyordu. Ve aç gözlü bankaları bundan sorumlu tutuyordu.
Şöyle eleştiriyordu bankaları:
"Ne kadar yatırımcı var, ne kadar istihdam var bunu konuşmuyorlar. Bana yatırım, istihdam, üretim, ihracat lazım. Bu dördü yoksa hiçbir şey yok. Dünyaya bakalım faiz oranı ne? Japonya'da eksi, Avrupa 1-2, İsrail eksi. Biz yüksek faizlerle övünüyoruz. Ve birçok şirketimizi batırmakla övünüyoruz. Ben bunlara karşıyım. Mücadelem devam edecek. Kim ne derse desin. İnanmıyorum. Yüksek faizle bir yere varamayız."
Yüksek faizi savunan yok halbuki. Faizi enflasyonun altında tutma inadına karşı çıkan, sonuçlarıyla ilgili uyaranlar vardı.
Faiz lobisi diye suçlamak yerine, vaktiyle uyarıları dinlense bugünkü yüksek faize mahkumiyet doğmayacaktı.
Şimdi bize, bankaların ekonomiyi çok kötü yönettiği söyleniyor. İşsizlikten, enflasyondan, yoksulluktan onlar sorumluymuş.
Bu durumda oyunuzu, bizi batıran bankalara mı verirsiniz? İktidara gelirse yüksek faizi, kuru, işsizliği ve enflasyonu yeneceğini vaat eden siyasi rakiplerine mi?
'Seçim sizin' deniyor.
Yüksek faizi düşürecek şey, güven ortamının sağlanması.
İktidarın yaptığıyla söylediği arasındaki popülist tutarsızlığın, güven ortamına katkısını da unutmazsınız herhalde.
Savcıdan ne isteniyor?
MHP lideri Bahçeli, gazeteci ve siyasilere sokak saldırılarının partisiyle ilişkilendirilmesine “komplo” dediğinde, umutlanmıştım.
Komplonun bozulması için gerçeklerin ortaya çıkmasını, bütün bağlantılarıyla aydınlatılmasını MHP de istiyor demekti.
AK Parti ve Cumhurbaşkanlığı adına bu saldırılar kınandığında, sevindirici bulmuştum.
İyiye gidişti, Kılıçdaroğlu’na saldırıdaki gibi sahiplenme yoktu.
Demek ki saldırganlar korunmayacaktı, saldırılar haklılaştırılmayacaktı.
Mağdurlar, uğradıkları saldırının suçlusu gösterilmeyecekti. Bu da saldırganları cesaretlendirmeyecek, yeni saldırılara teşvik etmeyecekti.
İzmir’de, minarelerden “Çav Bella” okutma provokasyonunda, bir CHP’li tutuklanmıştı. Twitter’da kınamadan paylaştı diye. Onaylamamış, övmemişti de.
Emniyet, bu paylaşım sonucu kamu güvenliğini bozan hiçbir taşkınlık yaşanmadığını mahkemeye bildirdiği halde...Twitter’da, tahrik sonucu infiale kapılmış gibi yapanların kampanyası yeterli sayılmıştı. Hedefleştirdikleri Banu Özdemir, halkı kin ve düşmanlığa tahrikten tutuklanmış, sonra beraat etmişti.
Oysa şimdi sokakta silahlı, sopalı siyasi şiddete dönüşen bir tahrik var. Kamu düzenini bozmaya elverişli olmayı, yakın tehlike oluşturmayı bırakın, somut eyleme dökülmüş bir tahrik!
Bu saldırganları, kin ve düşmanlığa kim tahrik etti?
Son 2 yılda benzer nitelike başka saldırılar da yaşandı. Aralarında nasıl bir bağ var?
Saldırılar, örgütlü ve planlı görünüyor. Azmettiricileri varsa kim?
Bütün bu bağlantılar araştırılıp soruşturulmadan ne MHP’ye komplo kurulduysa o bozulabilirdi. Ne de iktidar, sokaklarda asayişi ve kanun hakimiyetini sağlayabilirdi.
Ayrı telden çalan MHP’liler ve İçişleri Bakanı Soylu’ya sorum şu:
Savcı, tehdit ve korkutmayla sindirilirse soruşturma engellenmiş olmayacak mı? Saldırılar aydınlatılmazsa MHP’ye komplo nasıl bozulacak? Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!
Ve Bakan’ın “Üçü birbirinden ayrı, biri kişisel, diğerleri tepkisel saldırı” dediği doğruysa...Savcıya, soruşturacak ne kalıyor? Hem örtbas etmek, kimin işine yarar?