İçişleri Bakanı Soylu, Türkiye gazetesinin bir yazarına, sokakta artan siyasi şiddet ve huzursuzluktan şöyle dert yandı:
"Bize güvenin diyeceğim ama pek çok kişi huzur içinde yaşamayı unuttu sanırım."
Gazeteci ve siyasileri hedef alan son saldırılardan sonra yaptı bu açıklamayı.
Rahatlatmak için öncesinde şu teminatı vermişti:
“Bir kere şunu bilmenizi istiyorum. İstihbaratımızın, polisimizin uçan kuştan haberi var. Herkesin içi rahat olsun En ufak bir hareketlilik bizim gözümüzden kaçmaz. Bize güvensinler."
Yine de bunun kimsenin içini rahatlatmaya yetmeyeceğini biliyor olmalı ki, huzuru unuttuğumuzu kabul etti.
Nedeni belli; herkesin huzura ermediği yerde hiç kimse huzur bulamaz.
İçişleri Bakanı, artık travmatik dönemleri atlatmamız gerektiğini, sükûnete ihtiyacımız olduğunu telkin ederken çok da umutlu değil.
Teskin edici birkaç sözün toplumdaki tedirginliği gidermeye, huzursuzluğu yatıştırmaya yetmeyeceğini bizzat ifade ediyor.
"Hep bir şeyler oluyormuş gibi teyakkuz ve alarm hâlinde olmanın ruh hâlimizi bozduğuna" dikkat çektiğini de not edin.
Önemli bir uyarı ama muhatabı kim?
Toplumu diken üstünde tutan paranoyaları kim kaşıyorsa...Halkı, sabah akşam kin ve düşmanlığa kim tahrik ediyorsa muhatabı o elbette.
Huzur içinde yaşamayı kim unutturdu bize? Gerilim ve kutuplaştırma siyaseti değil mi?
Milleti, parti tercihine göre milli ve gayrimilli diye bölen kimse odur huzursuzluğun sorumlusu. Kendi partisine oy vereni vatansever, vermeyeni hain ve düşman ilan eden kimse odur.
Türkiye normalleşirse kaybedeceğini düşünen, gerilimden medet uman, kavgayı körükleyen, dini ve milli semboller üzerinden çatışmayı kızıştıran, kutuplaşmanın sona ermesine izin vermeyen partizan militanlığı hangi siyaset kamçılıyor peki?
Türkiye'ye huzur yüzü göstermeyen, rahat bir nefes aldırmayan şey, kendinden olan ve olmayan ayrımcılığıyla ayrıştırıcı siyaset dilidir. Kim yapıyor bunu?
Huzuru, hiç başka yerde aramaya gerek yok. Tarife uyan söylem ve eylemlerin sahibini bulun ve durdurun, ülke unuttuğu huzura kavuşur, Bakan Soylu'nun da özlediği rahata milletçe ereriz.
Sihirli bir el değmiş gibi hem de, bıçak gibi kesilir.
Huzursuzluğun kaynağını tespit edip kurutmadan tek tek sonuçlarıyla mücadele işe yaramıyor.
Liderler neden endişelenip Karar’a geliyor?
Daha bu hafta yaşadıklarımıza bakın. Huzur ve asayişimizi teminde Bakan Soylu’ya yardımcı olmak için muhalefet seferber oldu.
CHP lideri Kılıçdaroğlu’yla Gelecek Partisi lideri Davutoğlu, heyetleriyle Karar’ı ziyaret etti. Bu şiddet ortamında ismen hedef alınan yazar arkadaşlarımızın güvenliğinden endişe duydukları için.
Aynı sebepten İYİ Parti lideri Akşener’le Saadet lideri Karamollaoğlu ve HDP Eş Başkanı Sancar arkadaşlarımızı aradı. Basın özgürlüğüne yönelik tehdit ve gözdağlarına karşı kamuoyuna destek, dayanışma mesajları açıkladılar.
DEVA Partisi lideri Babacan ise bugün gazetemizi ziyarete geliyor.
Bu duyarlılığı göstermek, muhalefetten önce ülkenin asayişinden ve can güvenliğinden sorumlu iktidara düşmez miydi?
MHP ve AK Parti yetkilileri, en azından bu endişelerin nedenini sormak, yersiz ve gereksizse kaygıları dağıtmak için arayamaz mıydı?
Muhalefet, doğrusunun ne olduğunu, huzursuzluğun nasıl giderilebileceğini uygulamalı örnekleriyle gösterdikten sonra bile bu yönde bir tepki vermediler.
İçişleri Bakanı da huzurun nasıl bir şey olduğunu millete unutturan siyasi gerilimden yakındığına göre tam vaktidir.
İktidarı muhalefetiyle ortak şikayetimize dönüşen bu habis gerilimi, el birliğiyle gömmek için daha ne bekliyoruz!
Arkasından da şu dörtlüğü hep bir ağızdan okuruz:
“Ne kendi etti rahat/Ne aleme verdi huzur/Yıkıldı gitti (kutuplaşma) bu cihandan/Dayansın ehli kubur.”