Sevgilinin gözünde bir dev aynasında büyür gibi devleşmek ister ya aşık...Siyasetçi de öyle, seçmenin göz merceğinde büyümek ister.
İkisi de anlaşılabilir, tabii büyütme eylemi karşı tarafa bırakıldığı müddetçe...
Yanlış anlayıp rolleri karıştıran aşık da siyasetçi de çıkabiliyor.
Şansa bırakmayıp kendi kendinizi büyütmeye kalktığınızda karışır işler.
Aşk ya da şiirde bir yere kadar göze, kulağa hoş gelebilir. En fazla, kendini beğenmiş budala gibi gösterir.
“Devlerin aşkı büyük olur, ya dağlar yerle bir olacak, ya kıyametler kopacak, ya da dünya yanacak, senden öyle ayrılacağım” şarkısı mesela...
Sözlerini hezeyana vermezsiniz. Aşığın, maşuka yükselişini dile getiriyor dersiniz.
“Şiirimiz mor külhanidir abiler...Ayıptır söylemesi...” dizelerinde enaniyet bulup ayıplamazsınız Ece Ayhan’ı.
Büyüklenme, kendini üstün görme sanrısı gibi gelmez gözünüze.
“Yaparım bilirsin, deliyim gözü kara deliyim, yakarım Roma’yı da yakarım” sözlerinde de megalomanlık aramazsınız.
“Roma yanarken lir çalan Neron musun sen birader” diye gülüşmezsiniz.
Büyüklük kompleksi ve hezeyanı içindeymiş gibi gülünçleştirmeyen kendini abartmalardır bunlar.
Oğlu Mesut Cemil’in çalgıya kabiliyeti olup olmadığını sorduklarında, Tamburi Cemil’in verdiği şu trajik cevabı dahi hatırlatır:
“İstidadı var ama istemem. Hissederek çalarsa bedbaht olur. Hissetmeden çalarsa da müziği bedbaht eder.”
Hissederek yazıp söyleyenin bahtsızlığına üzülürsünüz hatta. ‘Vah zavallı’ diye, acıma hissi uyandırır.
“Ne sanıyor kendini” duygusu vermez şarkıda, şiirde. Grandiyöz narsistlere mahsus büyüklük kompeksi göstergesi değildir.
Ama kendini abartmak, siyasette çekilmez ve gözden düşürücü bir egoistliğe dönüşür.
Büyütecek olan aynadır. Siyasetçinin aynasıysa seçmen...
O işi seçmene bırakmayan siyasetçi, kendisini dev aynasında görüyor görünür. Kendi kendine gelin güvey olma durumunda yani.
“Şeyh uçmaz, mürit uçurur” deyişinde bile uçuran bir başkasıdır. Şeyhin uçtuğu muçtuğu yoktur. Kimse görmemiştir. Fakat hezeyan savurarak uçtuğuna inandırmaya çalışan yine de bir başkasıdır, kendisi değil.
Padişah kibri dahi görünüşü kurtarmak için kendi kendisini alkışlamaz. Üstünlük taslama, büyüklenme ihtiyacını gidermek için maaşlı alkış ağaları tutar. ‘Şakşakçı, zilli bebek, dalkavuk’ da denilen bu kimseler, sahte ayna vazifesi görür. Zaten yansıttıkları grandiyözite de yapmacık ve sahtedir.
Orhan Pamuk’un “Saf ve Düşünceli Romancı” kitabını okuduğumda yazmıştım.
Umberto Eco’nun “Genç Bir Romancının İtirafları”nda da aynı ipuçları vardı.
İfşa ettikleri meslek sırlarından şunu çıkarmıştım:
Yazarını da okurunu da kendi benlik zindanından özgürleştirmeyen roman, başarılı sayılamaz.
Narsistlerin neden iyi romancı olamayacağını açıklıyordu.
Empati duygusundan yoksun bir yazar, karakterlerinin yerine kendisini koyabilir miydi ki?
Başkalarının ne hissettiğini tam anlayamayan, onları okura yaşatacak kadar kanlı canlı nasıl anlatacak...
Zat-ı şahanesine tapınan biri, başka hayatların içine giremezdi. Onların şeklini alamaz, ruhunu ve bedenini giyinemez, defolarını üstünde sergileyemezdi.
“Kendi heykelini yontmaya şartlanmış şişkin bir ego, roman kahramanlarının karakterini yontmaya kendini veremez” demiştim.
Aşkın göz dolduracak romanını bile yazamazdı grandiyöz tipler. Nerede kaldı devlerin aşkının gerçek kahramanı olabilmek!
Büyüklük takıntısıyla siyaseti grandiyöz yaşayan herkes, bilhassa AK Parti Gençlik Kolları için kıssadan hisse:
“Sen, ben yok; biz hep birlikte Türkiye’yiz” kampanyalarıyla büyüdü AK Parti. “Sen kimsin” klipleriyle değil.
Kendinizi övmeyin, sizi seçmen övsün.
Şahsınızda büyüklük vehmetmeyin, asılsız bir üstünlük yanılsamasına kapılırsınız.
Aynanın kerameti olduğunu unutup büyütmeyi nefsinizden bilirseniz, bir gölge cüssesine aşık bulursunuz kendinizi. Sonu bedbahtlıktır.