İki adaletsizlik var; biri gelir dağılımındaki adaletsizlik...
Uluslararası Şeffaflık Derneğinin hatırlattığı şu son tablo özetliyor:
En üstteki yüzde 1'lik kesim, toplam servetin yüzde 54.4'üne sahip hale gelmiş. Bu da Türkiye'yi, Rusya'yla aynı kefeye koyuyor.
Diğeri ise Uluslararası Af Örgütünün geçen hafta açıkladığı 2020 raporuna yansıyan hukuk adaletsizliği...Türkiye, bu kategoride de eski Doğu Bloku ülkeleriyle yarışıyor.
Bu iki adaletsizlik birbirine sıkı sıkıya bağlı. Yumurtayla tavuk ilişkisi gibi. Ekonomik adaletsizlikle hukuk adaletsizliği birbirlerini doğuruyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarından da biliyoruz bunu. Hukuku düzeltmeden gelir dağılımını ve ekonomiyi de düzeltemiyorsun.
İnsan Hakları Eylem Planı, bu yüzden TÜSİAD'la konuşularak hazırlandı.
2 buçuk ay önceydi, Cumhurbaşkanı büyük reform olarak sundu.
Tutuklu yargılamalar zaten kaç kere zorlaştırılmıştı. Ama bir kez daha zorlaştırılacak, katalog suçlarda bile somut delil şartına bağlanacaktı.
Öyle önden cezalandırmak için tutuklamaya başvurulamayacaktı, zorunlu hallerde istisnai tedbir olacaktı.
Yine zaten düşünce açıklaması suç olmaktan kaç kere çıkarılmıştı. En son, herkes kafasına iyice soksun diye önceki yargı reformunda Terörle Mücadele Kanunu'na açıkça yazılmıştı bile.
Yetmemiş olmalı ki eleştiri ve düşünce açıklamasının suç oluşturmayacağı cümlesi, yeni reform paketine de konacaktı. Cumhurbaşkanı bir kere daha müjdelemişti.
Hemen meyvesini verdi, uygulamaya şöyle aksetti:
104 emekli amirale, ortak açıklama yaptıkları için "Anayasal düzene karşı suç işlemek üzere anlaşmak" maddesinden soruşturma açıldı.
Geçen hafta pazartesi 10'u gözaltına alındı. Gözaltı süreleri uzatıldı. O arada aleyhlerinde somut suç delili arandı.
Önce asıp sonra idam fermanı çıkarmak gibi, istim arkadan yetiştirilecekti.
Ancak 8 gün sonra polisteki sorguları tamamlandı. Bu pazartesi nihayet savcılığa çıkarılabildiler.
Savcılık ifadeleri ise toplam 4 buçuk saat sürdü. Ve hepsi adli kontrolle bırakıldılar.
O arada ailelerine darbe çağrışımı, iması ve tehdidinden soruşturulma korkusu yaşatıldı. Burunları sürtülmüş ve fiilen cezalandırılmış oldular.
Yani tutuklu yagılamanın bir yargısız infaz yöntemi olmaktan çıkarılması beklenirken...Gözaltı bile bir önden cezalandırma gibi kullanılmış kadar oldu.
Bu düzelmediği sürece bedava patatesle soğana talime devam eder millet.
Hukuk adaletsizlikleri, hukukun kötüye kullanılması değişmedikçe gelir paylaşımı adaletsizlikleri, ekonominin rantını yeme alışkanlıkları da değişmez.
Birbirlerini doğuruyor bunlar.
128 milyar dolarda dün
Kılıçdaroğlu, Meclis’te kayıp rezervin akıbetini sormayı sürdürdü. CHP il başkanları da aynı şeyi soran afişler astıkları için yine savcılıklara çekildi.
Zaten nereye kaybolduğu serbestçe sorulabiliyor olsaydı, o 128 milyar dolar bir yere kaybolmazdı.
Döngü böyle, ikisi birbirine doğrudan bağlı, Cumhurbaşkanı da söylüyor ya...
Türkiye’de yaşandığı gibi, ekonomik yosullukla hak, hukuk ve özgürlük yoksulluğu atbaşı gidiyor.
Hukuk bozuldu mu, muhakkak ekonomiyi de bozuyor. Ya da tersi...
Çocukları trafikte dilendirip akşam hasılatı ellerinden alanlar, bu çarkı dayakla döndürür. Hem döver hem çalıştırır hem paralarını alırlar.
Birbirlerini tamamlar, ayrılmaz üçlüdür bunlar. Çalıştırıp paralarını alacaksan dövmek zorundasın.
Yoksa rehavete kapılır, korkusu kalmayınca para saklamaya başlar, pay koparmak ister, adil bölüşmek için kafa tutar, hesap sormaya ve sorgulamaya kalkar vesair...
Kırışmaya yanaşmayan dilenci ağaları, sırf sadistçe zevk aldığı için göz açtırmıyor, nefes aldırmıyor, konuşanın ağzına vuruyor değildir. Susturmak ve pıstırmak, karın tokluğuna köle gibi çalıştırmanın ön şartıdır.
Ama hamdolsun, demokratik hukuk devletlerinde halk, parasının akıbetini çatır çatır sorabiliyor.
İktidar da her seferinde, Türkiye’nin ne kadar ileri bir demokratik hukuk devleti olduğunu dünya aleme hatırlatıyor.
128 milyar doları soranlar hakkında Cumhurbaşkanı’na hakaretten soruşturma açan savcılara da biri bunu hatırlatsa mesele kalmayacak.