Twitter'dan tanıdığım Abdullah Naci, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hakaretten dün savcılığa ifade vermiş.
Suçlandığı şey de şu paylaşımı: "Atletli Kılıçdaroğlu resimlerinden sıkıldım bir, ihramlı Erdoğan resimlerinden sıkıldım iki, mayolu Atatürk resimlerinden sıkıldım üç.."
Üçünden de hoşlanmayabilirsiniz ama sıkılamaz mı, sıkılmaya ve belli etmeye hakkı yok mu? Neresinde, nasıl bir hakaret suçu var Allah aşkına bunun?
Takip ettiğim kadarıyla AK Parti camiasının da yabancısı değil bu arkadaş. İçeriden biri...
Söyleyin şimdi, bu kadarcık sızlanmaya dahi tahammül göstermeyip Abdullah Naci'yi şikayet eden, savcılığa çektiren işgüzarlar mı Erdoğan'a kötülük yapıyor?..
Yoksa, suç duyurusuna konu memnuniyetsizliği, rahatsızlığı hakkında kafasına göre tivit atabileceğini zannetme gafletine düşen Naci mi?..
Hangisi Erdoğan'ın ve AK Parti iktidarının altını oyuyor?
Şu örnek ya da...
Bir yanda; başbakanlık ve genel başkanlık yapmış, iktidara hatırı sayılır emeği geçmiş Ahmet Davutoğlu ayrı parti kuruyor.
Diğer yanda ise 40 yıl alkış ağalığını yaptığı FETÖ çıkmaza girince, dümeni iktidar şakşakçılığına kıran her devrin amigoları...FETÖ'den dönen Hüseyin Gülerceler... "Anlaşılan Davutoğlu, FETÖ'den intikal eden 'belgelerle' bir saldırı başlatacak. Ardından Ali Babacan'a alan açılacak" kara propagandaları döşeniyor.
Gülerce, demokratik yarış için ayrı siyasi parti kurmayı, FETÖ güdümlü yasadışı, gayrimeşru ve antidemokratik saldırı gibi gösteriyor.
İktidara yaranıp ödüllü aferin kapmaya oynayanlar, Babacan ve Davutoğlu'na sataşmayı kestirme yol haline getiriyor vesair.
Hadi söyleyin, Erdoğan'la AK Parti'ye asıl zararı bu ikisinden hangisi veriyor?
Üstü kapalı kalmasın peki. Gülerce'nin sunduğu hizmet, savunma gayreti içine girdiği AK Parti'ye mi daha çok yarar, yeni parti kuranlara mı? Hangisi için daha hayra ve makbule geçer?
Şöyle bir mukayese, meseleyi hala anlamayanlara yardımcı olabilir.
Dün New York Times'ta, Thomas Friedman gibi etkili bir kalemin Trump aleyhtarı makalesi basıldı. Kongre'yi, Trump'ı Başkanlıktan düşürmeye çağırıyordu. Amerikan demokrasisini korumanın tek yolu buymuş. "Trump'ı azledin, ABD'yi kurtarın"' diye sesleniyordu.
Türkiye'de iktidara karşı böyle zehir zemberek bir bildiri basılsa... 'Kalkın ey ehli vatan, uyanın, vatan elden gidiyor' çığlığı, faraza İstanbul Times'ın birinci sayfasından anons edilse...Yazan ve basanın başına ne gelirdi?
İktidar amigolarının CHP'yi her fırsatta, iktidara muhalefet ediyor görünerek ülkeye ihanet etmekle suçladığını hatırlatmama bilmem gerek var mı?
Ana muhalefetin, sürekli "Erdoğan'ın şahsına kaybettirmek istiyorlar, bu muhalefet değil, başka bir şey, örgütlü düşmanlık" safsatalarına maruz kaldığını saymıyorum bile.
Sandıkta iktidara kaybettirmek, seçimle yönetimi değiştirmek için mücadele etmeyecek de ya ne yapacak muhalefet? İktidara kazandırmak için mi çalışacak?
Egemen siyasi aklın bu düzeyde seyrettiği, yasal ve meşru demokratik muhalefetin dahi suçlaştırılarak fiilen imkansızlaştırıldığı yerde hem de sandıksız yasal yollarla başkan düşürtmeye kışkırtacaksınız ha!
Friedman'la gazetesine bir bir yedirirler alimallah o makaleyi. Benim bağımsız yargım, cumhuriyet savcılarım ne güne duruyor!
Subliminal mesajdan açarlar darbe çağrışımı davasını, gösterirler dünya kaç bucakmış. Dediğine diyeceğine pişman ederler, yok öyle yağma!
Fakat bu iki demokratik hukuk devleti modelinden hangisi, rejimi sevdirerek ömrünü uzatır? Hangisi sistemden nefret ettirerek vadesini kısaltır?
Amerikalardan özgürlük nutukları atıp tutmak kolay. Nasılmış bir de Ertuğrul Özkök'e sorun.
Özkök’ün yeni üçlüsü
Kırklara karıştı, Doğan Grubu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan’la helalleştiği gala gecesinden beri ortadan kayboldu, FOX ve Sözcü yöneticileriyle Beştepe’deki meşhur üçlü pozunu bile çektiremedi diye ufaktan kaşıdım ya...Dayanır mı, dolduruşa gelip yattığı siperden hemen kafa çıkardı Özkök.
Paris’in keyfini sürmeye ara verip WhatsApp’tan cevap yetiştirmiş bana.
FOX Haber Yayın Yönetmeni Doğan Şentürk ve Bild’in eski yayın yönetmeni Kai Diekmann’la çektirdiği üç ahbap fotoğrafını ‘al sana daha anlamlı bir kare’ notuyla yolladı.
Hafif havaya da girmiş, davet yasağımı kaldırtma konusunda da alttan almıyor.
Çok kalabalıkmış, bu defa konuşamamış. Fakat “Yapacam dedim ya! Sabret biraz. Şartların olgunlaşmasını bekliyorum” diye, alacaklı gibi üste çıkıyor bir de.
Bugündü, yarındı ha babam oyalayan benim sanki. Tutamayacağı sözü niye verir ki insan? Altta da kalmıyor, daha manidar kareymiş, la havle!