Erdoğan'a oy vermek, ABD ile Avrupa'ya füze atmak gibiymiş.
Çünkü Erdoğan, ABD ve Avrupa'yla kavga ediyormuş. Erdoğan'ın kaybetmesi, en çok onları sevindirirmiş.
Dolayısıyla Erdoğan'a kazandırmamak, düşmana hizmet oluyor.
Muhalefete oy vermek; ABD ile Avrupa'ya çalışan ve kendi devletine, milletine füze atan bir hain yapıyor sizi.
Düşmanı sevindirmemek için seçimler kaldırılsa yeri artık, Allah'tan oy istemekle kalıyorlar.
Bu safsataları, koca koca AK Parti kurmaylarından işitiyorsunuz.
İçişleri Bakanı Soylu, bu ayardaki söylemin önde gelen temsilcilerinden.
İçişleri Bakanı olabilir, fakat maşallah, bölge ve dünya işlerine de bakıyor. Görev ufku Şam'dan Bağdat'a, Orta Doğu'nun dört bir köşesini kapsıyor. Buraları, ABD ve Avrupa'nın zulmünden kurtarıp huzura kavuşturma iddiasında bir coşkun kahraman âdeta.
Saddam'ın Enformasyon Bakanı es-Sahaf'tan beri, böyle kafa tutulmadı Batı'ya.
Yalnız es-Sahaf, kavgada edilmeyecek lafları, savaşta ABD'ye sallıyordu. Erdoğan ve AK Parti iktidarı da bu savaşta, ABD tarafını tutuyordu.
Çocukça atıp tuttuğu için es-Sahaf'ın meydan okumaları, mizah konusu olmuştu. Türkiye'de bile.
Esip savururken çok dikkat etmek gerekir.
"Ona oy vermek, buna füze atmak gibidir" seviyesindeki propagandayı, Cumhurbaşkanı Erdoğan da çocukça buluyor.
Tavsiye ederim, YouTube videosu dolaşımda, kaçırdıysanız mutlaka açın izleyin.
İstanbul'da tekrar seçime gidilirken TRT sunucusu, müthiş bir propagandayı soruyor.
Filankes diyormuş ki; Binali Yıldırım'a oy vermek, düşmana füze atmak kadar kıymetlidir...
Erdoğan, önce yanlış anlıyor. Oy İmamoğlu'na, füze Binali Bey'e zannedip kızıyor. Siyasette böyle laf edilmeyeceği, edenin olgunlaşmadığı şeklinde çıkışıyor hemen.
Karşısındakiler, yanlış anlamayı düzeltince Erdoğan, bu kez terse çeviriyor. "Çok yerinde bir tespit" olduğunu belirtiyor.
Ancak o arada, bahse konu siyasi aklı aslında olgunlaşmamış, çiğ gördüğünü de öğreniyoruz.
"Binali Yıldırım'a verilen oy, Sisi'ye gider" demek; çiğlikse... "İmamoğlu'na verilen oy, Sisi'ye gider" demek; olgunluk göstergesi midir?
ABD ve Avrupa düşmanımız ama her nasılsa aynı ittifak çatısı altında durmamıza mani değil. Hatta bizim seçimlere bile girebiliyorlar.
Erdoğan ve AK Parti, ABD ile Avrupa'nın destek ve dayanışmasından çokça yararlanmadı sanırsınız. BOP Projesi hiç var olmadı yani.
Muhalefetin ABD ve Avrupa'ya düşmanlık etmesinden, AK Parti ve Erdoğan şikayet etmiyor muydu eskiden?
O zamanki seçimlerde Erdoğan ve AK Parti'ye verilen oy, kime füze atmak oluyordu peki, kendimize mi?
Hele Sisi'yle, Esad'la kucaklaşmaya iktidarın can attığı bu tarihi dönüş günlerinde... Seçimi, düşmanla Erdoğan arasındaymış gibi göstermek; tümden abes, milletin zekasına haksızlık ve zül sayılmaz mı?
Bu güdük ve olgunlaşmamış propaganda, AK Parti'ye de hayır etmedi üstelik.
Büyüyeceği yerde Benjamin Button'ın tuhaf hikayesindeki gibi büzülerek sığlaşan bir propaganda aklı, milletin ne işine yarayacak? Heybelerinde yok mu başka satacak fikir?
ULAŞTIRMA BAKANI'NDAN EKSİK CEVAP
"Daha ne olacaktı AK Partili kardeşim" başlıklı yazıma, Ulaştırma Bakanı Karaismailoğlu'nun avukatından bir cevap geldi.
Yazımda, 'ne olmuş yani' diye geçiştirilen konulara örnekler sıralıyordum. Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele hassasiyetinin kaybedildiğine dair örnekler.
Değişik mecralarda çıkmış, çeşitli bakanlıklarla ilgili iddiaları da birer cümleyle aktarmıştım. Biri, Odatv'den şuydu:
"2 milyar liralık Ulaştırma ihalesi, Bakan'ın dayısına ulaştırıldı..."
Peşinden de sormuştum: "Hangisi doğru, hangisi yanlış; aslı astarı ne? Muhafazakâr medyada okuyor musunuz hiç bu haberleri?"
Bakan'ın avukatı, noterden ihtarname çekerek bu cümleye, zehir zemberek bir cevap döşenmiş. Kamuoyunu yanıltıcı ve asılsız bir yazıyla Karaismailoğlu'nu hedef aldığımı, karaladığımı, itibarını zedelediğimi söylüyor. "Dayısına ihale verdiği bütünüyle yalan ve ahlâksız bir iftiradır" diyor.
"AK Parti davasına hakareti gerekçe yapan bu hezeyanları" reddediyorlarmış.
Zaten "basiretli bir gazeteci, hiçbir haber değeri taşımayan, kulaktan kulağa dolaşan iftiraları köşesine" taşımazmış.
Alıntıladığım haber sitesiyle onu kullanan bir siyasetçiyi de yalanlamışlar. "Bakan'ın dayısı ya da herhangi bir yakını, ihaleye dahi girmemiştir" şeklinde bir yalanlama.
Fakat Odatv haberi, "dayı" iddiasından ibaret değil. Orası yalansa doğrusu ne, ya haberin geri kalanı? İki cümleyle de ihale sürecini anlatmamışlar.
Sözcü'nün "Bakan'dan arkadaşına vefa, gizli saklı ihale verdi, hiç adil olmadı" haberi de yalanlanmış mıydı? Değinilmiyor.
'Onlar yalan, doğrusu bu' dense gerçek ortaya çıkacak, mevzu kapanacaktı.
Yazımda, gerçeğin ortaya çıkarılmasını istiyorum. Bu tür iddiaların üstüne gitmeyenlerdeki duyarsızlaşmayı eleştiriyorum. Niye hakaret, iftira, karalama olsun?
Duyarlılığıma teşekkür ederek kamuoyunu aydınlatabilir, işin aslını anlatabilirlerdi. Bilgilendirici bir açıklama, daha doğru ve etkili olmaz mıydı?
Yolsuzluk, kayırmacılık, peşkeş iddialarının üstüne gidilmesiyle değil, bu şaibelerin kendisiyle mücadele etmeleri beklenir.
Hem cevap ve düzeltme hakkı için, aramaları kâfiydi. Noter, mahkeme masrafına da gerek yoktu. Göz korkutmak, bastırmak ve yıldırmak değilse amaç.