Cumhurbaşkanı Erdoğan'la Adalet Bakanı Gül, ne diyor günlerdir:
Ekonomiyi toparlamanın yolu, yargıyı düzeltmekten geçiyor...
Kaçan yabancı yatırımcıyı geri getirmek için adaleti sağlayacak, hukuku rayına oturtacak reformlar vaat ediyorlar.
Bilhassa İnsan Hakları Eylem Planı çok önemliymiş, çok yardımı dokunacakmış.
Ki lafı bile ekonomide kısmi iyimserlik rüzgarı estirmeye yetti.
Demek ki neymiş!
İnsan hak ve özgürlükleri, büyük ve güçlü Türkiye'nin hızını kesmek için Batı'nın uydurduğu bir yalan değilmiş.
Verdiği hak ihlali kararlarıyla iktidarı rahatsız eden Anayasa Mahkemesi, bir rejim sorunu değilmiş. Vatana ihanet etmiyormuş. Fazla oluyor diye kapatılması gerekmiyormuş.
Bilakis AİHM ve AYM kararlarına, diğer mahkeme ve makamların uyması gerekiyormuş. Çünkü yerli ve milli hukuk uygulamalarını duyan sermaye anında ikiliyor, hemen uzuyormuş.
Yabancı yatırımcı, bize savaş açan faiz ve kaos lobisi değilmiş. Gözümüz gibi bakmamız gereken velinimetimizmiş. Onun parasıyla büyüyormuşuz. Korkutup ürkütmemeliymişiz.
Yoksa, Cumhurbaşkanı, yine yabancı yatırımcıyı iknaya dayalı bir ekonomik büyüme seferberliği niye başlatsın!
Bizi yoksullaştıran şey, dış güç saldırısı değil, adaletsizlik ve hukuksuzlukmuş.
Ekonomideki kötüleşmelerin, gerilemelerin sorumlusu, yatırımcıya hukuki güvence sağlayamamakmış.
Hukukun üstünlüğü değil üstünlerin hukuku geçerli olduğu için kişi başına gelirimiz 10 yıl geri gitmiş.
Bugün iktidarın 2023'te bizi ulaştırmayı hedeflediği gelir düzeyini, 2013'te aşmıştık. O düzeye 2023'te geri gelmemiz bile artık hayal...
Rezervlerimiz sıfırı tüketti.
Ve bunların sorumlusu, başkaları değil değil kötü yönetilmemizmiş. Yanlış yollara sapmamızmış.
Ama duvara toslamadan anlatılamadı iktidara, dinletilemedi.
Sadece iktidara mı! Gözü kapalı iktidar destekçilerine de!
‘Bana dokunmayan kayyum’ da yoksullaştırıyormuş
‘İtaat et rahat et’çiler, bir fantaziyi denemek uğruna millete, memlekete bunu ödettirdi. Onun hava parasıdır faturanızda yazan.
KHK’lılara haksızlık yapılmasının, insan hakları savunucularının casus diye yakalanmasının, gazetecilerin asılsız suçlamalarla tutuklanmasının, Kavala ve Altan’ın allem kallem hapiste tutulmasının bedelini ödüyormuşuz bakın.
Şirketlere, Şehir Üniversitesine, HDP’li belediyelere, kişilerin malına mülküne zorlama kararlarla el konup kayyum atanması bedavaya gelmiyormuş.
‘Bana dokunmayan zulüm, haksızlık, hukuksuzluk bin yaşasın’ vurdumduymazlığı hepimizin cebine direkt dokunuyormuş meğer.
Hukukun öngörülemez olması, yargının haksızlıklardan koruyacağına inancın kaybolması dönüp dolaşıp ekonomimizi vuruyormuş. Refahımızı, mutfağımızı, hayat kalitemizi, geçim standartlarımızı vuruyormuş.
Başkasına da yapılsa haksızlıkların, hukuksuzlukların acısı hepimizden, hepimizin cebinden çıkıyormuş.
Parasına çökülmesinden korkan yerli, yabancı yatırımcı, tası tarağı toplayıp kaçıyormuş.
Katma değer üreten vasıflı çalışan, ilk fırsatta yargının güvenilir olduğu yerlere göçüyormuş.
HDP’li belediyelere keyfi kayyum atamalarına, muhalefet milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılıp tutuklanmalarına karşı çıkmak bize düşüyormuş demek.
Adalet Bakanı Gül de ‘kaçma ve delil karartma şüphesi yokken niye’ diyerek, şiddetle karşı çıkıyor bakın artık.
Kavala’nın, Altan’ın, Şehir Üniversitesinin, uyduruk iddianamelerle haksız yere tutuklanan gazetecilerin ve insan hakları aktivistlerinin avukatlığı bize kalıyormuş.
Demokrasiyi ve hukuku savunmak; yerli ve milli menfaatlerimizi, bireysel çıkarlarımızı, ekmeğimizi aşımızı da savunmakmış.
Başımıza patlamadan, hesabı vatandaşa kesilmeden, zenginliklerimizi alıp götürmeden anlayamayanlar vardı. Paylarına düşeni ödemeye gelince anlamışlardır umarım.
Güçlünün haklı olmadığı, haklının güçlü olduğu bir düzen kurma iddiasıyla gelmişti AK Parti. Yani doğrusunun ne olduğunu, en başından beri zaten biliyordu.
Deneme yanılma yoluyla Amerika’yı yeniden keşfetmeye çalışırken gemiyi kayalıklara oturtan kaptan hikayesini bize niye yaşattı peki?