Osman Kavala davasında, Türkiye’yi AİHM kararlarına uymaya çağıran büyükelçiler, ‘istenmeyen kişi’ ilan edilmedi. Kalıyorlar, bir yere gitmiyorlar. Ama bu, iktidarın zafer ilan etmesine engel olmadı.
İktidara yardımcı medya, daha dakika bir, uzlaşmayı şöyle sundu:
“ABD’nin Ankara Büyükelçiliği geri adım atarak Viyana Sözleşmesi’nin 41’nci maddesine riayet edeceğini duyurdu.”
Yedi düveli püskürten bir zafer de kolay paylaşılamıyor tabii, sahipleneni çok. Başarının arkasındaki gizli kahraman hikayeleri bile başladı anlatılmaya.
Büyükelçilerle kim görüşmüş, formül kimin kafasından çıkmış, orta yol nasıl bulunmuş...
Nihayetinde, durumu kurtaracak bir orta yol üzerinde anlaşılmış, zafer dedikleri de bu!
Eskiden mesela AB’ye rest çekildiğinde, dışarıdan araya girenler olurdu. ABD Başkanı, Dışişleri Bakanı arar, sefirleri devreye girer, taraflarla konuşur, Ankara’yı iknaya uğraşır, AB’yi yumuşatırdı.
Bu sefer karşı taraftan beklenen tepki ve telefonlar gelmedi. Alttan alan olmadı. Üçüncü taraflardan da sonuna dek gitmemizi durduracak kimse çıkmayınca kendi göbeğimizi kendimiz kesmiş, rest çektiğimiz taraflarla aramızı kendimiz bulmuşuz.
Yine de itirazım yok, söylediğimizi yapmayıp diplomasiye bir şans vermemiz zaferdir, varsın aramızda kutlansın.
Sadece üstünde tepinmenin ucu kaçırılmasa bari. Suyunun çıkarılmasına, karşı taraf göz yummayabilir.
Bakın, ABD Dışişleri hemen kutlayanları bozdu. Büyükelçiliklerinin paylaştığı bir cümlelik tivitin, yansıtıldığı gibi geri adım olmadığını duyurmak zorunda kaldılar.
Zaten okuma yazması olanlar için ne dedikleri açıktı. İç işlerine karışmama prensibine bağlılıklarını, dillerinin ucuyla teyit ettiler. Yoksa prensibi ihlal ettiklerini ama derslerini aldıklarını, artık bağlı kalacaklarını bildirmediler.
Dolayısıyla Türkiye’yi, kendi Anayasa’sı doğrultusunda AİHM ve Avrupa Konseyi kararlarına uymaya çağırmanın iç işlerine müdahale olduğunu kabul veya itiraf etmiş değiller.
Ayrıca Kavala açıklaması da sayfalarında duruyor, ne geri çektiler ne çağrılarından çekildiler.
Neresi geri adım! Doğu Perinçek bile anladı doğrusunu.
Demem o ki tadında bırakalım, yanımıza kalsın. Popülist şov uğruna, illa hava atacağız diye dozunu kaçırmanın alemi ne!
Başımıza ne geldiyse dünyaya kafa tutma merakından, yedi düveli tepeleme hamasetinden gelmedi mi yahu!
Meydan okuma cakaları sata sata buraya kadar işte.
Hep kazanmazsın, bazen berabere kalmak da bir kazançtır; yenilmekten, hele hezimetten çok havalıdır.
Ama iktidar propagandası yetinemiyor. ‘Sağduyu galip geldi, diplomasi kazandı’ cümlesi kesmiyor onları ki manipüle edip çarpıtıyorlar.
Büyükelçiler krizini ucuz atlatmayı öpüp başlarına koyacakken...Hala kimin geri adım attığı, kimin kazandığı tartışmasını kaşıyorlar.
Hadi bu kısmını; dezenformasyona, yalan ve çarpıtma haberlere karşı güya yürüttükleri mücadeleye havale ettik...
Fakat diplomasinin kazanmasına ne kadar sevindiysem, adaletin kazanamamasından da o kadar rahatsızım.
Eloğluna dediğini yaptırmak için evladını rehin alan baba gibi görünmek, diplomasi zaferi kazananları rahatsız etmiyor mu hiç?
Bu kafa nerede yaşıyor?
İktidara yardımcı bir gazete sitesinin başındaki kişi, şöyle bir yave yumurtlamış:
“Ben 2023 seçimlerinin silahsız 15 Temmuz olacağını düşünüyorum. Böyle bir teşebbüsün olacağını düşünüyorum.”
İktidarın, silahla değil seçimle değiştirildiği rejimlere demokrasi deniyor.
Fakat andığım aklıevvelin yaşadığı rejimde, iktidar sandıkta da değiştirilemiyor. Bu bir darbe suçu. Silahsız darbe girişimi sayılıyor.
Bir bilmecem var...
Bilin bakalım; iktidarın seçimle de değiştirilemediği, değiştirilmesinin değil teklif etmek, akıldan dahi geçirilemediği bu rejime ne denir?