Bir sözle, bir genelgeyle ferman çıkarır gibi yasak koyabilmeyi Ankara sevdi.
Hangi muktedirin rüyasını süslemez ki! Çoğu padişaha bile nasip olmamış.
Sözde ‘tam kapanma’ günlerinde, market alış verişine yeni yasaklar getirildi. Gıda ve temizlikteki temel ihtiyaç maddeleri serbest. Çocuk oyuncağından kalem pile, rujdan kalemle kağıda kadar geri kalanlar yasak.
Sigara da temel ihtiyaç maddesiymiş, o serbestken niyeyse içki değil.
“Market tedbirleri”nin amacı, kalabalığı önlemekmiş. Sigarada mı, kalem pilde mi daha çok müşteri toplaşır?
Neye göre, belli değil.
Hele...’Camide cemaatle namaz kılabiliyorsun da niye marketten çocuğa oyuncak alamıyorsun? Mantığı ne!’ bahsine hiç girmeyin, çıldırırsınız.
Madem zorlama içki yasağı başka türlü kılıfına uydurulamadı, yasada yeri yok, Anayasa’ya aykırı, bari genel yasak koyalım da arada kaynasın diye mi? Özel yasak değilmiş gibi göstermek için mi?
Değer mi insanların hayatını zorlaştırmaya yahu, zaten daralacağı kadar içi daralmış herkesin.
“Yasak hemşehrim” kafası, İçişleri Bakanlığı genelgeleriyle geri döndü sanki hayatımıza.
Delinin birinin attığı taşı, kırk akıllının kuyudan çıkarma sporuyla milleti oyalamak isteseniz, ancak bu kadar olur.
Askerlikte erata, ha babam mıntıka temizliğiyle, ot yoldurup izmarit toplatarak vakit öldürtülür.
Boş bırakılırlarsa nasıl vakit dolduracak, enerjilerini nasıl atacaklar!
‘Maraza çıkarmasınlar, üstlerine vazife olmayan işlere karışmaya, birbirlerine sarmaya başlamasınlar’ diye oyalamanız gerekir.
“Mantık aranmaz” dedirten idman ve yasakların, askerlikte asgariden böyle bir mantığı var.
Memleketi kışlaya çevirmenin ardında da benzer bir akıl yatıyor olmalı.
Kapanma günlerinde vatandaş, evde boş boş oturup aş, iş, yolsuzluk ve yoksulluk gibi kötü yönetim sorunlarına kafa patlatacağına saçmalıklarla kafayı bozsun diye belki de...
Memleketin kışlaya döndürüldüğünü şuradan da çıkarabilirsiniz.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Fatih Sultan Mehmet türbesinde elleri arkada dolaştığı için şikayet edilmiş. Başsavcılık ve İçişleri de ciddiye alıp hakkında inceleme başlatmış.
Var mı başka izahı?
Üstelik dün Adalet Bakanlığı, İnsan Hakları Eylem Planı için Takip Kurulu oluşturdu.
4 gün önce de Cumhurbaşkanlığı genelgesiyle 2 yıllık Uygulama Takvimi açıklanmıştı.
Şöyle deniyordu:
“Eylem Planı’nda hak ve özgürlükler alanını genişletici değişikliklerin yanında hesap verilebilir, eşit, şeffaf ve adil hizmet standartlarının yükseltilmesi hedeflenmektedir.”
Halka hesap vermekten ne anlaşılıyorsa!
Ayrıca, “Hak ve özgürlük standartlarının yükseltilmesiyle, demokrasinin vatandaş memnuniyetine odaklı şekilde güçlenmesi ivme kazanacak” deniyordu.
Gördüğünüz gibi her şey vatandaş memnuniyetini güçlendirmek için (!)
Eylem Planı, “özgür birey ve daha fazla demokrasi” vaadiyle mart başında duyurulmuştu.
AB’ye proje olarak sunulduğu ve AB fonlarıyla hazırlandığı anlaşılmıştı. Tamamlamak için söz verilen süre bitiminde açıklandığı da ortaya çıkmıştı.
Uygulama Takvimi ve Takip Kurulu da verilen sözler kapsamında olmalı.
İçinden geçtiğimiz şu kritik “AB’ye selam, bildiğini okumaya devam” günlerinde, Allah millete sabır versin.
Berat Bey’in giderken dediği gibi “Hak ile batılı ayırmak zotlaştı, Mevla sonumuzu hayreylesin.”
Suudiler bizi sollarken
Ankara, geçmişi unutup Mısır ve Suud’la tekrar yakınlaşma arzusundayken onlar ağırdan alıyor. Ama bize naz ve kapris satarken İran ve Suriye’den cilvelerini esirgemiyorlar.
Veliaht Prens bin Selman, geçen hafta Tahran’a gülücükler eşliğinde sevgi çiçekleri atmıştı, iyi geçinmek istediklerini söylemişti.
Dün bir süpriz haber daha geldi. İran’la, bir süredir Bağdat’ta gizli gizli görüşen Suud, meğer Esad’la direkt Şam’da buluşuyormuş. Ve yakınlaşma adımları meyve vermek üzereymiş.
Suud, 9 yıl önce kapattığı Şam sefaretini bayramdan sonra açmaya hazırlanıyor.
10 yıl önce İran, Suud, Suriye ve İsrail gibi bölgenin uzlaşmaz tüm taraflarıyla aynı anda dostane görüşebilen biricik ülkeydik. AK Parti de Ortadoğu siyasetinde, bu etkin konumun avantajlarından iftiharla yararlanıyordu.
Şimdi Suud’a geçiliyoruz, o rolü Prens bin Selman’a kaptırıyoruz.
Yaya bırakılarak çırak çıkarılacağımızı kim söylerdi, nereden nereye!