Cenaze çıkan evde bazı şeyler konuşulmaz, bazı şeyler yapılmaz. Bunu, “Anadolu irfanı” bilir. En okumamış insan bile, cenaze evi sükunetine, boyun eğmişliğine, yürek yangınına saygılı davranır. Birisi yüksek sesle konuştuğunda elini dudaklarına götürür, taziye evinin en yaşlı kişisi, “sus” işareti yapar.
Kaybedilen genç birisi ve ailenin yürek yangını çok daha dağlayıcı ise, bu sessizlik, bu derinlik, daha belirgindir. Konuşmaya çekinir insanlar, yanlış bir mimikten bile kaçınılır. Genç kayıplar dağlayıp geçmiştir çünkü yürekleri…
Şu, şehit cenazelerini düşünün bir. Belki tabutun içine bile bakamamıştır anne - babalar… Evlatlarının yüzünü son bir kere bile görememişlerdir. Nasıl kavruluyordur yürekleri…
Siz o şehit evine gidip, seçimde nasıl oy vereceğini konuşur musunuz? “Senin evladın öldü bak, sakın şu partiye oy verme, onlar oy istemeye gelirse kapıdan kov” gibi bir söz söyler misiniz?
Bu ülkedeki bütün evler Cumhurbaşkanı’nın evi sayılır, sözü her eve ulaşır, her evin paydaşıdır. Hele şehit evleri, Cumhurbaşkanı’ndan, ne bileyim ben, evlat acısını paylaşan bir duruş ister. Bir söz söylesin ki annenin yüreğine merhem olsun. Babanın yürek yangınını paylaşsın. Kucaklasın yanıp tutuşan bir kardeşi, bacıyı, başını okşasın geride kalan bir yetimin…
Eve taziyeye gelemediyse, uzaktan söylediği sözler, gelip bulsun yaralı yürekleri ve sarsın yaraları…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, peş peşe 12 şehit cenazesinin geldiği ortamda, herhangi bir toplantıda sözü bir şekilde seçimlere getiriyor ve muhalefetle hesaplaşmayı seslendiriyor. “31 Mart’ta öyle hazırlanacağız ki bunların bir daha kapımıza uğrayacak yüzleri olmasın.” Anlaşılıyor, gece gündüz yerel seçimler düşünülüyor, gece - gündüz oy denklemleri, kimin nereye aday gösterileceği konuşuluyor. Bu arada şehit cenazelerinin geldiği ortamda bile, seçim ikliminden kopamamak anlaşılıyor. Bunu sıradan bir politikacının böyle yapması da yadırganmayabilir, taziye evlerinde bile bu tarz çıkışları anlayışla karşılanacak insanlar bulunabilir…. Ama Cumhurbaşkanlığı… Bu tür reflekslerden kaçınacak bir makamdır diye düşünüyorum. Öyle geliyor bana ve onun için bu tür çıkışları yadırgıyorum.
Aynı şekilde iktidarın ortağı olarak bilinen MHP lideri Devlet Bahçeli’nin grup kürsüsünden ve şehit cenazelerini vesile edinerek muhalefete yönelik “sokağa bile çıkamazlar” türünden tehdit içeren salvolar savurmasını yadırgıyorum. “Yasımız var” biraz sakin, biraz duygulu, dışardan değil, biraz içerden… “Bu vesileyle şu hesabı da görelim” yaklaşımıyla değil.
Yasımız var beyler… Bay siyasetçiler yasımız var. Tamam ülke olarak yas ilan etmediniz ama, hiç olmazsa şehitler için taziye evine dönüşen tüm memleketin yürek yangınına saygı gösterin.
ANAYASA MAHKEMESİ DAHA NE DESİN?
Anayasa Mahkemesi Can Atalay’la ilgili “ikinci defa hak ihlali” kararının gerekçesini açıkladı. Gerekçe, Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasal statüsü” ve “Bireysel başvuru” konusunda, tüm devlet kurumlarına, bu arada ikide bir, en şiddetli üslupla ve grup kürsüsünden AYM’nin kapatılması çağrısında bulunan, AYM Başkanını aşağılayıcı bir dil kullanan, iktidar ortağı olduğu için bir boyutta iktidarın büyük ortağını da bağlayan Devlet Bahçeli’ye bir uyarı niteliği taşıyor.
AYM açıklamasında şu iki paragrafın altını çizdim:
“Anayasa’nın 148. maddesinde, şartlarını yerine getiren herkese Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunma hakkı verilmiştir. Hiç kuşkusuz Anayasa Mahkemesi kararlarının etkili bir şekilde uygulanması bireysel başvuru hakkının ayrılmaz bir parçasıdır. Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararların ihlal kararında tespit edildiği şekliyle icra edilmemesi de etkili başvuru hakkının özel bir türü olan bireysel başvuru hakkının açık ve ağır bir şekilde ihlali anlamına gelmektedir. Bireysel başvuru kararlarının uygulanmaması Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmayı anlamsız hâle getirecektir. Nitekim tam da bu sebeplerle Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasında Anayasa Mahkemesi kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama, yürütme ve yargı organları ile idare makamlarına herhangi bir takdir yetkisi tanınmamış veya bu konuda bir istisnaya da yer verilmemiştir.
“Kamu gücünün eylem, işlem ve ihmallerinin Anayasa’ya uygunluğunu kesin ve bağlayıcı olarak karara bağlama yetkisi münhasıran Anayasa Mahkemesine aittir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru yoluyla bir temel hak ve özgürlüğün ihlal edildiğine karar verdiğinde herhangi bir merciin bu kararın Anayasa’ya veya kanuna uygun olup olmadığını inceleme ve denetleme yetkisi bulunmamaktadır.”
AYM burada diyor ki, bana göre, Anayasaya bireysel başvuru hakkı konulmuş, AYM’ye de bu hakkın kullanılıp kullanılamadığını denetleme yetkisi verilmiş, üstelik “Kamu gücünün eylem, işlem ve ihmallerinin Anayasa’ya uygunluğunu kesin ve bağlayıcı olarak karara bağlama yetkisi münhasıran Anayasa Mahkemesine” tanınmış.
Eğer buraya kadar mutabıksak diyor bir anlamda AYM, o zaman ya kararlar uygulansın ya da….
“Ya da”nın peşinden “Bireysel başvuruyu kaldırın” cümlesi gelecek gibi. Onun peşinden de “Bireysel başvurular bile AİHM’e gitsin” cümlesi gelecek gibi… Onun peşinden ise “Zaten AİHM kararlarını da uygulamıyorsunuz, o zaman AİHM’le ilgili anayasal statüyü de değiştirmelisiniz, o zaman o zaman…. İnsan haklarını gündemden çıkaran bir yönetim şeklinde demirleyelim…”
AYM, tabii ki bunları demiyor. Ama gelinen noktada, diyelim, AİHM dünyasının olan bitenleri böyle okuyacağı muhakkak. AİHM, AYM’ye bireysel başvuru yapılabilmesini, burada hukukun işleyeceği var sayımıyla kabul etmişti çünkü.
AYM tartışmaları ile ilgili son soru: Sayın Cumhurbaşkanı’nın Bahçeli’nin saldırılarına karşı AYM’yi ve Başkan Zühtü Arslan’ı korumak gibi bir sorumluluğu yok mu? Ne de olsa ortaklık söz konusu…